MÜNAFIKLAR
Kıblenin Mescid-i Haram`a Çevrilmesi
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz ile Müslümanlar, Medine'de namazlarını Allah'ın emriyle peygamberler makamı olan Kudüs'e, yâni Beytü'l-Makdise doğru kılarlardı.
Yahudilerin de "Muhammed ve Ashabı, biz gösterinceye kadar kıblelerinin neresi olduğunu bile bilmiyorlardı." diyerek sinsice dedikodu yapıyorlardı. Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimiz, tahvil-i kıble için vahyin gelmesini bekliyor, Cebrâil'i (a.s.) gözetliyor ve Kâbe'yi temenni ederek duâ ediyordu.
Nitekim, bir gün Cebrâil'e (a.s.) bu arzusunu izhar ederek,
"Rabbimin, yüzümü Yahudilerin kıblesinden Kâbe'ye çevirmesini arzu ediyorum." diyerek izhar etti.
Cebrâil (a.s.),
"Ben, bir kulum! Sen, Rabbine niyazda bulun. Bunu Ondan iste!" dedi.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz de Beytü'l-Makdis'e müteveccihen namaza duracakları zaman başını semaya doğru kaldırmaya başladı.
Nihayet Medine'ye hicretin 17. ayında, kıblenin Mescid-i Haram'a doğru çevrildiğini bildiren ayet-i kerime nazil oldu.
"Yüzünün sık sık semaya çevrildiğini, muhakkak ki biz görüyoruz. Seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescit-i Haram yönüne çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa çevirin..."
Bu vahiy geldiği sırada Resûlullah Efendimiz, Müslümanlara mescidde öğle namazı kıldırıyordu. Namazın ilk iki rekâtı kılınmış, sıra son iki rekâta gelmişti. Peygamber Efendimiz, ağır ağır yönünü değiştirdi ve mübarek yüzünü Kâbe'ye doğru çevirdi. Müslümanlar da Efendimizle birlikte o tarafa döndüler.
İki Kıbleli Mescid
Diğer bir rivâyete göre, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Receb ayının bir pazartesi günü Benî Seleme semtinde oturan Bişr bin Berâ'nın annesi Ümmü Bişr'i ziyârete gitmişlerdi. Kendisine yemek yapıldı. Yediler. Bu sırada öğle namazı vakti girdi.
Peygamberimiz (s.a.v.), oradaki mescidde Müslümanlarla birlikte iki rekât kıldıktan sonra namaz içinde Kâbe tarafına dönmesi emrolundu. Derhal cemâatla birlikte yüzlerini Mescid-i Haram tarafına çevirdiler. Bu sebeple Benî Seleme Mescidine "Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid)" adı verildi.
Bu durum Yahudilerin gücüne gitti ve tekrar dedikodu yapmaya, fitne fesad çıkarmaya koyuldular. Hatta âlimlerinden birkaçı Resûlullaha gelerek, "Yâ Muhammed! Üzerinde bulunduğun kıblenden seni döndüren nedir? İbrahim'in milleti ve dininde bulunduğunu söyleyen sen değil misin?" dediler.
Sonra da şu sinsi teklifte bulundular: "Eğer şimdiye kadar üzerinde bulunduğun kıblene tekrar dönersen sana tabi olur, seni tasdik ederiz!"
Şu âyet bu hâdiseyi anlatmaktadır:
"İnsanlardan birtakım beyinsizler, 'Müslümanları şimdiye kadar yöneldikleri kıbleden çeviren nedir?' diyecekler. Sen onlara de ki: 'Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini dosdoğru bir yola iletir.' "
Kubâ Mescidi Kıblesi
Kıble, Mescid-i Haram tarafına çevrildikten sonra, Resûl-i Ekrem Efendimiz Kubâ'ya gitti ve İslâm tarihinde inşa edilen ilk mescit olan Kubâ Mescidinin Beytü'l-Makdis tarafına olan kıblesini de Kâbe'ye doğru çevirtti.
Münafıklar
Peygamber Efendimiz, Medine'ye teşrif ettiklerinde orada Müslüman Araplar, müşrik Araplar, Ehl-i kitap olan Yahudiler ve çok az sayıda da Hristiyan vardı.
Resûl-i Ekrem Efendimizin yerleşmesinden sonra, İslâmiyet Medine'de daha yaygın bir hale geldi. Medineliler gruplar halinde Müslüman oldular. Bu arada Peygamber Efendimiz, Müslümanları siyasî ve idarî bir teşkilâta kavuşturdu. İşte bu sırada, yeni bir zümre daha ortaya çıktı. Kalben inanmadıkları halde Müslüman gözüken bu grup münafıklardı.
Abdullah Bin Übey Bin Selûl
Peygamberimiz (s.a.v.)'in Medine'ye teşriflerinden az önce aralarında senelerce süren dâhilî çarpışma ve kavgalardan bitkin düşen Medine'nin yerli kabileleri Evs ve Hazreç, aralarında anlaşarak Abdullah bin Übey bin Selûl'ü kendilerine hükümdar yapmaya karar vermişlerdi.
Evs ve hazrec Müslüman olunca reislik hayalleri suya düşen Abdullah bin Selûl'ün bu durum fazlasıyla ağrına gitti. Çevresinde fazla kimsenin de kalmadığını görünce, istemeye istemeye Müslüman olmuş gözüktü.
Bu arada münafıklar hakkında Münâfikûn Sûresi nazil olmuştu. Sürenin nazil olması üzerine Abdullah bin Übey'e,
"Ey Ebû Hubab!(*) Senin hakkında pek şiddetli âyetler nâzil oldu. Resûlullaha (a.s.m.) git de, senin için Allah'tan af dilesin" denilince şu cevabı vermişti:
"Benim iman etmemi emrettiniz, iman ettim. Malımın zekatını vermemi emrettiniz, verdim. Muhammed'e secde etmemden başka hiçbir şey kalmadı!"
Bir gün Peygamber Efendimiz, evinde hasta yatan Sa'd bin Ubâde Hazretlerini ziyarete gidiyordu. Yolda, Abdullah bin Übey'in evinin gölgesinde, Müslüman, müşrik Araplardan ve Yahudilerden birtakım kimselerle oturmakta olduğunu görünce, selâm verip yanlarına oturdu.
Onlara Kur’an’dan bir parça okudu. İyi hareketinden dolayı Cennete kavuşulacağını müjdeledi. Kötü hareketinden dolayı da Cehenneme girileceğini anlatarak sakındırdı.
Peygamber Efendimiz, sözlerini bitirince Abdullah bin Übey şöyle dedi:
"Ey konuşan kişi! Eğer söylediklerinde doğru isen, onlardan daha güzel şey olmaz. Fakat, sen evinde otur! Onları, sana gelenlere anlat. Sana gelmeyenlerin, söylediklerinden hoşlanmayanların toplantılarına gelip de onları rahatsız etme!"
Peygamber Efendimiz Abdullah bin Übey'in bu sözlerinden dolayı son derece müteessir oldu. Kalkıp oradan ayrıldı. Yoluna devam ederek Sa'd bin Ubade Hazretlerinin evine gitti. Üzüntüsünün sebebini anlatınca, Sa'd bin Ubade Hazretleri şöyle dedi:
"Yâ Resûlallah! Sen İbni Übey'in kusurunu affet. Hem onu mazur gör. Sana Kur’an’ı indiren Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın iradesi sana Peygamberlik vermek suretiyle tecelli etti. Halbuki, şu beldenin halkı, İbni Übey'in başına taç giydirmeye, hükümdarlık sarığı sarmaya ve onu kendilerine hükümdar yapmaya hazırlanmıştı.
Yüce Allah, size ihsan buyurduğu peygamberlikle, onların bu tasavvurunu gerçekleşemez hale getirince, İbni Übey, bundan son derece müteessir olmuş; o, gördüğün çirkin hareketi, bunun için yapmıştır!"
Münafıkların reisliğini Abdullah bin Übey bin Selûl yapıyordu. Etrafında birçok avanesi vardı. Sayıları hakkında elbette kesin bir rakam söylemek mümkün değildir. Ancak Uhud Harbi sırasında, Abdullah bin Übey'e uyarak ayrılanların sayısı, üç yüz kadardı.
İki Yüzlü İbn-İ Übey
Bir gün avânesiyle sokağa çıkmışlardı. Ashabı-ı Kiramdan birkaç kişinin karşıdan gelmekte olduğunu görünce İbni Übey,
"Bakınız ben bu gelenleri başınızdan nasıl savacağım." der. Yaklaştıkları zaman da Hz. Ebu Bekir'in elini tutar:
"Merhaba Benî Temim Efendisi, Resûlullahın mağarada arkadaşı olan, nefs ve malını Resûlullah uğrunda seve seve sarfetmiş bulunan Sıddık!" der.
Sonra Hz. Ömer'in elini tutar, "Merhaba Benî Adiyy Efendisi! Dininde kuvvetli, nefs ve malını Resûlullah uğrunda esirgememiş bulunan Hz. Faruk!" der.
Sonra Hz. Ali'nin elini tutar: "Merhaba Resûlullahın amcazâdesi, damadı, Resûlullahtan başka bütün Benî Haşim'in Efendisi" der.
Hz. Ali dayanamayarak "Abdullah! Allah'tan kork, münafıklık etme! Çünkü, münafıklar Allah'ın en şerir mahlûklarıdır" der.
Bunun üzerine İbni Übey, "Ey Ebû'l-Hasan, benim hakkımda böyle mi söylüyorsun? Vallahi, bizim imanımız sizin imanınız gibi ve bizim tasdikimiz sizin tasdikiniz gibidir." deyip ayrılır.
Sonra Abdullah bin Übey arkadaşlarına dönerek, "Gördünüz mü nasıl yaparım? İşte siz de bunları görünce benim gibi yapınız." der.
En Zor Anlarda Müslümanları Yalnız Bıraktılar
Peygamberimiz (s.a.v.) zamanındaki münafıklar zümresinin göze çarpan belli başlı diğer muzır faaliyetlerinden biri de en kritik anlarda, Müslümanları terk etmeleridir.
Uhud savaşında olduğu gibi aynı şekilde, Hendek Harbinin en kritik anında bu münafıklar, "Bize izin ver, evlerimize gidelim. Çünkü, evlerimiz müdafaasızdır." diyerek Peygamberimiz (s.a.v.)'e müracaat etmişlerdi.
O sırada Sa'd bin Muaz Hazretleri Peygamber Efendimizin huzuruna gelerek, "Yâ Resûlallah! Bunlara izin verme! Vallahi biz ne zaman bir musibete uğrasak, sıkışık bir durumla karşı karşıya kalsak onlar, hep böyle yaparlar?" diye konuşmuştu.
Tebük Seferinde de aynı şeyi yapmışlardır. Sefer için hazırlıklar yapıldığı sırada, onlardan bir cemaat, "Bu sıcakta sakın cihada çıkmayın" diye konuşarak Müslümanların morallerini bozmaya çalıştıkları gibi Peygamber Efendimize de müracaat ederek sefere katılmamak için izin istediler.
Seksen kadarına izin verildi. Kur'ân-ı Kerim onların bu durumlarından şöyle bahseder:
"Resûlullaha karşı gelerek seferden geri kalanlar, evlerinde oturdukları için sevindiler. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmek ise onların hoşlarına gitmedi de 'Bu sıcakta cihada çıkmayın' dediler. Sen, 'Cehennem ateşi daha sıcaktır' de. Keşke anlayabilselerdi! Bırak biraz gülsünler; sonra çok ağlayacaklar. Bu onların kendi kazandıklarının cezâsıdır."
Peygamberin İbn-İ Übey'e Karşı Tavrı
Benî Müstalık seferi esnasında İbn-i Übey'in oğlu samimi Müslüman Hz. Abdullah, Resûlullahın huzuruna gelip,
"Yâ Resûlallah, babamı öldüreceğini haber aldım. Eğer bu işi gerçekten yapacaksan, bırak onu ben öldüreyim." diye teklifte bulunduğu zaman da Peygamber Efendimizin (a.s.m.) cevabı şu olmuştu:
"Hayır, ona karşı yumuşak davranınız. Aramızda olduğu müddetçe de ona iyi arkadaşlık ederiz."
Gerçekten de Resûl-i Ekrem Efendimiz, ölümüne kadar bu adama son derece müsamahalı ve kadirşinas davranmıştır. Hatta ölümü ânında bile, ona iyilik etmekten geri durmamıştır.
Gömleğini kefen olarak sarılmak üzere vermiştir. Başta Hz. Ömer olmak üzere bir kısım sahabîlerin itirazlarına rağmen cenaze namazını da bizzat kıldırmıştır.
Mescid-i Dırar'ın yıktırılması, buna güzel bir örnektir. Onlar, bu mescidi aslında içinde ibadet etmek için değil, İslâm cemaatının aleyhinde bazı fikirlerin geliştirilmesi, bazı planların serbestçe kurulması için inşâ etmişlerdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu gayelerini bildiği için, derhal yıktırılmasını emretmişti. Emir, ânında yerine getirilmişti.