GÜNCEL

BEDİR SAVAŞI

 

 






Peygamberde Medine hicret ettikten sonra müşrikler deliye döndü. Müslümanların Mekke’deki tüm mallarına mülklerin el koydular.

624 yılında Kureyşlilerden birçok kimsenin katıldığı büyük bir ticaret kervanı Ebû Süfyân idaresinde Şam’a gitti. Peygamber Efendimiz bunu haber alınca ashabını topladı ve Mekke’de bıraktıkları mallarına karşılık bu kervanın mallarını ele geçirmeye davet etti.

Sancaktarlık görevine Musab Bin Umeyr, Hz. Ali ve Sad Bin Muâz’ın tayin edildiği İslâm ordusunun sayısı, yetmiş dördü muhacir, geri kalanı ensardan olmak üzere 305 idi. Orduda yetmiş deve ve iki de at bulunuyordu.

 


Müşrikler, Müslümanların 3 Katı Büyüklüğünde Ordu Hazırladı

 

Suriye’den dönmekte olan Ebû Süfyân Hicaz’a yaklaştığı sırada Müslümanların baskın yapacağını haber aldı ve Kureyşlilerden yardım istemek üzere Mekke’ye bir haberci gönderdi.

Ebû Süfyan`dan önce Mekke`ye varan haberci Zamzam, acaib bir kılıkla devesinin üzerinde bağıra bağıra haberi duyurdu:

"Ey Kureyş topluluğu! Ticâret kervanınıza, Ebû Süfyan`ın yanındaki mallarınıza Muhammed ve ashabı saldırdılar! Ona ulaşabileceğinizi sanmıyorum. İmdât! İmdât!"

Kendisi de kervanın pusuya düşmemesi için Bedir’den uzak olan ve nâdiren kullanılan sahil yolunu kullandı.

Ebû Süfyân’dan gelen haber üzerine Kureyş kabilesinin hemen bütün kollarından toplanan bin kişi Ebû Cehil kumandasında Mekke’den yola çıktı. Müşrik ordusunda 700 deve, 100 de at vardı. Ebû Leheb hasta olduğunu bahâne etti ve yerine bedelle birini göndererek Mekke`de kaldı.

Kureyşliler Cuhfe’ye geldiklerinde Ebû Süfyân’ın habercisinden kervanın kurtulduğunu öğrenmelerine ve içlerinden bazılarının savaşa gerek kalmadığını söyleyerek geri dönmelerini istedi. Bu karara ebu cehil karşı çıktı;

"Vallahi Bedir`e varmadıkça dönmeyiz. Orada üç gün kalırız. Develer boğazlayıp, yemekler yeriz. Şaraplar içeriz! Cariyelere şarkılar söyleterek eğleniriz! Başımıza toplanacak Araplar bizi dinler ve seyrederler. Bundan sonra hep bizden korkar dururlar. Haydi ilerleyiniz!"470




Müşriklerin Ordusunda Ayrılmalar Yaşandı

Ebû Cehil`in bütün şirretliği ve kışkırtıcılığına rağmen, ordudan ayrılanlar oldu. Ahnes bin Şerik müttefiki bulunan Zühreoğullarını ikna ederek beraberce Mekke`ye döndüler. Daha sonra bunları Hz. Ömer`in kabilesi Adiyy bin Ka`boğulları takib etti.

Müşrik ordusuna Hâşimoğulları da katılmıştı. Kureyşten bazıları kendilerine, "Vallahi, ey Haşimoğulları! İyi biliyoruz ki sizler, her ne kadar bizimle sefere çıkmışsanız da kalbiniz Muhammed`ledir." deyince, Ebû Tâlib`in oğlu Tâlib de bir kısım kimselerle birlikte geri döndü.

 

Mücahitlerle İstişare

 

Peygamber Efendimiz, mücahitlerle Safra yakınındaki Zefiran mevkiine vardığında, Kureyşin büyük bir ordu ile gelmekte olduğunu haber aldı. Böyle bir hareketle karşılaşacaklarını tahmin etmediklerinden bir anda ne yapmaları gerektiği hususunda karar veremediler. Zira, niyetleri harb etmek değildi. Bunun için bir hazırlıkları da yoktu. Üstelik alınan istihbarata göre, müşrik ordusu hem sayıca çok hem silâhça onlardan üstün idi.

Resul-i Ekrem, ashabını topladı. Kervanın takip edilmesinin mi, yoksa müşrik ordusuna karşı çıkmanın mı daha uygun olacağı hususunda onlarla istişarede bulundu. Bir kısım mücahid, kervanın takip edilmesinin uygun olacağını ifade etti. Peygamber Efendimiz, bundan hoşlanmadı.

O sırada, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer söz alıp müşriklerin üzerine yürümenin, onlarla harbe girmenin daha muvafık olacağı hususunda konuşunca, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bundan memnun oldu. Daha sonra Ensar’dan Mikdat bin Esved Hazretleri şöyle dedi:

"Ya Resûlallah! Rabbim sana neyi emrettiyse onu yap! Vallahi biz İsrailoğullarının Hz. Musa’ya dediği gibi, `Git Rabbinle beraber düşmanlara karşı çık! Biz buradan kımıldamayız` tarzında bir söz söyleyecek değiliz. Biz sana tâbiyiz."472

 


Keşif Birliği


Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Şu küçük tepe yakınındaki kuyu başında bir takım bilgiler elde edeceğimizi umarım." buyurduktan sonra, Hz. Ali, Zübeyr bin Avvam, Sa`d bin Ebî Vakkas gibi bazı sahabeleri oraya gönderdi.

Huzura getirildiklerinde Efendimiz kendilerine, "Bana, Kureyş hakkında mâlumat veriniz." dedi.

Bu sefer Peygamber Efendimiz, "Onlar her gün kaç deve kesiyorlar?" diye sordu.

"Bir gün 9, bir gün 10" dediler.

Bunun üzerine Resûlullah, "Onlar, 950 ile 1000 kişi arasındadır" buyurdu.

Sonra, "İçlerinde Kureyş eşrafından kimler var?" diye sordu.

Müşrik sucuları Kureyş ileri gelenlerinden bir çoğunun ismini sıralayınca, Resûl-i Ekrem Efendimiz ashâbına dönerek şöyle buyurdu:

"İşte Mekke, ciğerpârelerini size fedâ etti!"

Bedir`e vardığı gece Peygamber Efendimiz, "İnşallah, yarın sabah filânın vurulup düşeceği yer şurasıdır! İnşallah, yarın sabah filânın vurulup düşeceği yer şurasıdır! İşte şurasıdır! Şurasıdır." buyurdu ve elini o yerlere koyarak müşrik Kureyş reislerinden her birinin nerede katledileceğini birer birer gösterdi.



Harp Düzeni Alınması


14 Mart 624 Cuma sabahı her iki ordu erken saatlerde Bedir’e doğru yola çıktı.  Hz. Peygamber Bedir kuyularına Kureyşlilerden daha önce ulaştı. Savaştan önce Hz. Peygamber, Hz. Ömer’i Kureyşlilere göndererek savaş yapılmadan Mekke’ye dönmelerini teklif etti. Fakat Kureyşliler savaşmakta ısrar ettiler.

Muhacirlerin sancağını Mus`ab bin Umeyr, Evslilerinkini Sa`d bin Muaz, Hazreçlilerinkini ise Hubab bin Münzir Hazretleri tutuyordu.

Peygamber Efendimiz, bütün bunlardan sonra ordusuna şu talimatı verdi:

"Hatlarınızı bırakıp ayrılmayınız! Bir yere kımıldamadan yerlerinizde sebât ediniz. Ben emir vermedikçe savaşa başlamayınız. Oklarınızı, düşman size yaklaşmadan kullanıp israf etmeyiniz. Düşman kalkanını açtığı zaman okunuzu atınız. Düşman iyice sokulunca elinizle taş atınız. Daha da yaklaşırsa mızrak ve kargılarınızı kullanınız. Kılıç en sonunda, düşmanla göğüs göğüse gelindiği vakit kullanılacaktır."


Peygamberin Duası

 



Harpten bir önceki geceydi. Peygamber Efendimiz, kendisi için yapılan gölgelikte idi. Bütün gecesini Kadir-i Zülcelâle ibadetle geçirmişti.

Arkasından Rabb-i Rahîmine ellerine açarak kâinatı ağlatacak kadar hazin, arz ve semaya göz yaşı döktürecek kadar tesirli şu duasını yaptı:

Allah`ım! Bana yaptığın va`dini yerine getir! "Allah`ım! Bu bir avuç Müslüman mücahit helâk olursa, artık sana yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmaz."

Resûl-i Kibriya Efendimiz vakit namazlarında da aynı duâyı tekrarlıyordu. Bu duâyı duyan mücâhidler ise heyecanlarından yerlerinde duramaz hale gelmişlerdi.

 

 

İki Ordu Karşı Karşıya

Manzara oldukça düşündürücü ve ibretliydi. Birbirleriyle amansızca çarpışacak olanların çoğu arkaba idi. Kardeş kardeşle, baba oğulla, dayı yeğenle kıyasıya vuruşacaktı.

Harp âdeti üzere, önce her iki taraftan teke tek çarpışacaklar ortaya çıkacaktı. Fakat, müşrikleri heyecana getirmek için ortaya atılan Âmir bin Hadremî harp usulüne muhalefet ederek mücahitlere doğru bir ok attı. Ok, muhacir Müslümanlardan Mihca` Hazretlerine isabet etti ve orada İslâm ordusu ilk şehidini verdi. Resûl-i Ekrem, "Mihca`, şehitlerin efendisidir." buyurarak İslam’ın bu ilk şehidini tebcil etti.

Bu sırada müşrik ordusundan Rabiaoğulları UtbeŞeybe ve Utbe`nin oğlu Velid ortaya atılarak karşılarına er dilediler.

Muâz ve Avf ile Resûlullahın şâiri Abdullah bin Ravâha Hazretleri onlara karşı çıktılar.

Müşrikler, "Siz kimlersiniz?" diye sordular.

Onlar, "Ensardan filân ve filânız" diye cevap verdiler.

Müşrikler, Peygamber Efendimize hitaben, "Ya Muhammed! Sen, bizim karşımıza, kavmimizden dengimiz olanı çıkar!" diye konuştular.

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz, Ensar gençlerine saflarına dönmelerini emir buyurdu ve kendilerine dua etti. Sonra da






 "Kalk yâ Ubeyde!

Kalk yâ Hamza!

Kalk yâ Ali" diye emretti.


Hz. Hamza ile Hz. Ali birer hamlede hasımlarını yere serip öldürdüler. Sonra da Hz. Ubeyde`nin yardımına koştular. Utbe`nin de işini bitirerek, Ubeyde Hazretlerini alıp Resûl-i Kibriyâ Efendimizin huzuruna getirdiler.

Ayağından yaralı, kanlar içinde olan Hz. Ubeyde, Peygamber Efendimizin huzuruna geldiğinde, "Yâ Resûlallah, ben şehid miyim?" diye sordu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Evet, şehidsin." buyurdu ve yerinin Cennetü`l-Firdevs olduğunu söyledi. Yarası fazlasıyla ağır olduğundan Bedir`den dönülürken yolda vefat etti. Oraya defnedildi.

Adamlarının bir bir yere serildiğini gören müşrikleri büyük bir dehşet sardı. Birdenbire ne yapacaklarını şaşırır hale geldiler. Ebû Cehil ise, onları teselli etmeye ve toparlamaya çalışıyordu.


Hz. Ebubekir ile Oğlu

 

Hz. Ebû Bekir oğlu Abdullah ile Müslümanlar safında bulunurken, diğer oğlu Abdurrahman ise Kureyş müşrikleri arasında idi. Cesareti ve keskin ok atıcılığı ile meşhur olan Abdurrahman bir ara ortaya atılıp er dileyince, Hz. Ebubekir ayağa kalktı.

Hz. Resûlullahtan oğluyla çarpışmak için müsaade istedi. Fakat, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, "Ey Ebû Bekir! Bilmez misin ki sen, benim görür gözüm ve işitir kulağım yerindesin." buyurarak izin vermedi ve yanından ayırmadı.

Hz. Resûlullahtan oğluyla kılıç kılıca döğüşmek için izin alamayan Ebû Bekir-i Sıddık (r.a.) hiddetli hiddetli oğluna, "Ey Abdurrahman! Bana olan münasebetin nerede kaldı." diye seslendi.

Abdurrahman ise, "Aramızda silahtan, uzun, yüğrük attan ve kılıçtan başka bir şey kalmadı."diye cevap verdi.

 

 




Harp Başladı


17 Ramazan, cuma günü, sabah saatleri. Artık iki ordu, olanca güç ve kuvvetleriyle birbirine saldırıya geçmişti.

Hz. Ali der ki:

"Bedir günü harp şiddetlendiği zaman, Resûlullaha sığınmıştık. O gün, halkın en cesaretlisi, en kahramanı o idi. Müşriklerin saflarına ondan daha yakın kimse yoktu!"

Resûl-i Ekrem ise durmadan mücâhidleri harpte sebat etmeye çağırıyor ve şöyle diyordu:

"Muhammed`in varlığı kudret elinde olan Allah`a yemin ederim ki; Allah`ın rızasını umarak sabır ve sebat göstererek çarpışanları ve arkasına dönmeden ilerlerken öldürülenleri Allah, muhakkak Cennetine koyacaktır!"


Ensardan Umeyr bin Humâm Hazretleri, elinde hurmasını yerken Resûlullahın bu müjdesini işitti ve "Ne iyi! Ne iyi! Cennete girmek için şu heriflerin elinde ölmekten başka bir şey lâzım değilmiş." diye konuşarak elindeki hurmaları yere attı. Hemen kılıcını sıyırarak, şehadetin fazilerine ve ahiret hayatının ehemmiyetine dair, beyitler söyleyip düşmanın üzerine hücum etti. Gidiş o gidiş oldu. Bir daha geri dönmeyen Umeyr, birçok müşriki öldürdükten sonra, kendisi de arzuladığı şehadet mertebesine ulaştı.




Cebrâil (A.S.) Ve 3000 Bin Melek



Çarpışma bütün şiddetiyle devam ederken, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, yerden bir avuç ince kum alıp küffar ordusunun üzerine attı ve şöyle dua etti:

"Yüzleri kara olsun! Allah`ım! Kalplerine korku sal! Ayaklarına titreme ver."

"Yüzleri kara olsun" sözü bir kelâm iken, onlardan her birinin kulağına gitmesi gibi, o bir avuç kum dahi her bir müşrikin gözüne gitti. Hücumu terk edip gözleriyle meşgul olmaya başladılar.

Kur`ân-ı Azimüşşan bu mucizeyi şu ayetiyle ilân eder:

"Onları siz öldürmediniz, Allah öldürdü. Attığın zamanda sen atmadın, ancak Allah attı..."

Bir müddet sonra Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şöyle buyurdu:

"Müjde ey Ebubekir! Sana Allah`ın yardımı geldi. İşte şu Cebrâil`dir. Kum tepeleri üzerinde atının dizginini tutmuş, silahlanmış, emir bekliyor!"


Bu, Cebrâil (a.s.) emrindeki 3000 meleğin gelip Resûl-i Kibriyâ Efendimizin yanında, sağında ve solunda yer alışının tezahürü idi.



 

Ebû Cehil`in Öldürülmesi




Ebû Cehil, yetmiş yaşında pek gözlü, korkunç yüzlü, inatçı ve mütemerrid bir İslâm düşmanı idi. "Anam beni bugün için doğurmuş." diyerek cesaretini izhar ediyor ve askerini harbe sürüyordu.

Ensardan Muaz bin Amr bin Cemuh, o esnada bir fırsatını bulup Ebû Cehil`in ayağına bir kılıç darbesi indirdi. Ebû Cehil`in oğlu İkrime de kılıcı ile onun elini, kolunu yaraladı. Bu kahraman sahabe der ki:

"Elim derisinde sallandı kaldı. Çarpışmanın şiddeti bana onu unutturdu. O gün kesilen elimi arkama atıp hep çarpışıp durdum. Bana fazla zahmet verince de ayağımla üzerine bastım, sallanan kolumu koparıp attım."

Muaz bin Amr bin Cemuh`un yaralanmasından sonra iki genç kardeş olan Muaz ile Muavviz de Ebû Cehil`in yanına vardılar. Üzerine hücum ederek, kılıç darbeleriyle yere serdiler. Öldü zannıyla bırakıp gittiler.

"Ebû Cehil Bu Ümmetin Firavunudur."

O esnâda Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, "Acaba Ebû Cehil, ne yaptı? Ne oldu? Kim gidip bir bakar." buyurarak ölüler arasında onun araştırılmasını emretti.

Abdullah ibni Mes`ud Hazretleri Ebû Cehil`i aramaya gitti. Onu son nefesinde, can çekişirken gördü. Kendisine, 

"Ebû Cehil sen misin?" dedi. Sonra da boynuna ayağıyla bastı ve "Ey Allah`ın düşmanı, nihâyet Allah seni, hor ve hakir etti, gördün mü?" dedi.

Can çekiştiği halde Ebu Cehil şöyle dedi:

"Ey koyun çobanı! Pek sarp yere çıkmışsın. Bir büyük kişinin, kavim ve kabilesi tarafından öldürülmesi hemen şimdi olan bir şey değildir! Sen bugün bana zafer ve galebenin hangi tarafta olduğunu haber ver."

İbni Mes`ud Hazretleri, "Nusret ve galebe, Allah ve Resûlü tarafındadır." Deyince Ebu cehil;

"Muhammed`e söyle ki, şimdiye kadar onun düşmanı idim. Şimdi düşmanlığım bir kat daha arttı!"

Bunun üzerine İbni Mes`ud Hazretleri, hemen başını kesti.

Böylece Ebû Cehil, son nefeste bile imana gelmedi, küfür ve dalalette ısrar edip Cehennemi boyladı.

İbni Mes`ud (r.a.), kesik başı alıp huzur-u Nebevîye getirdi.

"İşte Allah`ın düşmanı Ebu Cehil`in başı." dedi.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Kuluna yardım eden, dinini üstün kılan Allah`a hamdolsun!" 

Dedikten sonra, "Bu ümmetin firavunu işte budur." buyurdu.

Bu arada, azılı müşrik Ümeyye bin Halef de Mekke`de merhametsizce işkenceye uğrattığı Bilâl-i Habeşî (r.a.) tarafından yere serilince, Kureyş ordusu fena halde bozuldu. Müşrik askerleri gerisin geri kaçmaya başladılar. Kaçanlar o anda kurtuldular. Ele geçirilenler ise esir alındılar.

Mücahidler 14 şehid vermişlerdi. Müşriklerden öldürdüklerinin sayısı ise 70 kadardı. Bir o kadarını da esir almışlardı. 


Öldürülenlerden 24 kişi müşriklerin ileri gelenlerindendi. Mücahidler, Peygamberimizin emri gereği, müşrik ileri gelenlerinin cesetlerini toptan bir çukura gömdüler.


 

Hz. Abbas’ın Müslüman Oluşu


Esirlerin kaçmaması için ellerinin bağlanmasına Hz. Ömer memur edildi.

Abbas, hepsinin büyüğü olduğu için pek sıkı bağlanmıştı. Bu sebeple de gece inlemeye başladı. Bu iniltiyi duyan Efendimizin gözüne bir türlü uyku girmiyordu.

"Yâ Resûlallah! Ne diye uyumuyorsunuz?" diye sorduklarında,

"Abbas`ın inlemesi yüzünden." diye cevap verdi.

Resûl-i Kibriyâ Efendimizin rahatsız ve müteesir olmasını istemeyen Ashab-ı Güzinden bazıları gidip Abbas`ın bağını çözdüler.

İniltinin kesildiğini gören Efendimiz

"Abbas`ın iniltisini ne diye işitmiyorum?"diye sordu.

Sahabîler,"Onun bağını çözdük." dediler.

Bunun üzerine Efendimiz, "Bütün esirlerin bağını çözünüz." buyurduktan sonra uyudu.

 

Resûl-i Ekrem, "Ey Abbas! Kendin, kardeşinin oğlu Âkil bin Ebî Talib ile Nevfel bin Hâris için kurtuluş fidyeni öde! Çünkü sen, servet sahibisin." dedi.

Hz. Abbas, " param yok! Ya Muhammed, beni avuç açtırıp da dilendirecek misin?" dedi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Ey Abbas, ya o altınlar nerede kaldı?" diye sordu.

Abbas, "Hangi altınlar?" dedi.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz ferman etti:

"Hani sen, Mekke`den çıkacağın gün, hanımın Ümmü Fadl`a teslim ettiğin altınlar! onları teslim ederken, yanınızda ikinizden başka da kimse yoktu. Sen Ümmü Fadl`a `Bu seferde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Şayet herhangi bir felâkete uğrayıp da dönemezsem, şu kadarı senin içindir! Şu kadarı Fadl içindir! Şu kadarı Abdullah içindir! Şu kadarı Ubeydullah içindir! Şu kadarı da Kusem içindir` demiştin. İşte o altınlar!"

Abbas, hayretle, "Bunu sana kim haber verdi?" diye sordu.

Peygamber Efendimiz, "Allah haber verdi." buyurdu.

Bunun üzerine Abbas, şehadet getirerek kemâl-i imanı kazanıp Müslüman oldu. Kurtuluş fidyesini ödedikten sonra da Mekke`ye döndü.

Hz. Abbas, Mekke`ye dönünce Müslümanlığını izhar etmeyip hep gizli tuttu. Mekke`de bulunduğu zaman zarfında müşriklerin tutum ve davranışlarını Peygamber Efendimize yazar ve Mekke`deki Müslümanlara yardım ederdi.


 

Hz. Hatice Gerdanlığı

 

Bedir esirleri arasında Peygamber Efendimizin damadı Hz. Zeyneb`in kocası Ebû Âs bin Rebi` de vardı.

Hz. Zeyneb (r.a.) kocası Ebû Âs`ın kurtuluş fidyesi olmak üzere boynundaki gerdanlığı çıkarıp Medine`ye gönderdi. Bu gerdanlığı Hz. Zeynep’e evlendiği sırada annesi Hz. Hatice hediye etmişti.

Resûl-i Kibriyânın bu güzide kerimesinin gerdanlığını kurtuluş fidyesi olarak göndermesi Ashab-ı Kirama fazlasıyla tesir etti.

Peygamber Efendimiz de onu görünce son derece rikkate geldi ve "Eğer münasip görürseniz, Zeyneb`in esirini salıveriniz, bedelini de geri çeviriniz." buyurdu

Bunun üzerine Sahabîler Ebû`l-Âs`ı serbest bırakıp gerdanlığı da geri çevirerek Resûl-i Kibriya Efendimizin mübarek kalbini memnun ettiler.