GÜNCEL

PEYGAMBERİMİZİN BABASI

 

 



Hz. Abdullah'ın İffeti

Herkes neticeden memnun kur'a yerinden dağılıyordu. Abdülmuttalib de sevgili oğluyla birlikte şehre geliyordu. Kâbe'nin yanından geçerlerken, babasından bir hayli geride kalmış Abdullah'ın karşısına bir kadın dikildi.

Bu kadın, Abdullah’ın dillere destan güzelliğine hayranlardan biri olan Varaka bin Nevfel'in kızkardeşi Rukiyye idi. O da kardeşi Varaka gibi eski mukaddes kitapları okumuş, o kitaplarda ahir zamanda gelecek peygamberin sıfatlarını görmüş ve öğrenmişti.

İç âleminde, Abdullah’ın yüzünde o âna kadar hiçbir kimsede görmediği müstesna parlaklıkla karşı karşıya kalınca bu sıfatlarla münasebet kurdu. Bu şerefi başkasına kaptırmamak için de güzelliğini, iffetini unutarak Abdullah'ın yanına yaklaştı ve şöyle fısıldadı:

"Delikanlı, biraz dursana." 

Abdullah durdu. Kadın,

"Nereye gidiyorsun?"

Abdullah,

"Babamla gidiyoruz" diye cevap verdi.

Hz. Abdullah'a gayrimeşru ilişki teklif etti. Abdullah'ın yüzü bir anda kıp kırmızı kesildi.

Masumiyetini yırtmak isteyen bu teklife pek aldırmadı ve yoluna devam etmek istedi. Fakat, Rukiyye ona sahip olmak istiyordu. Arzusunu bir başka teklifle cazip hâle getirdi:

"Eğer benimle beraber olmayı kabul edersen, senin için kurban edilen develer kadar develerim var, onların hepsini sana veririm." dedi.

Abdullah bu cazip teklife de iltifat etmedi ve iffetini sergileyen şu cevabı verdi:

"Haram öyle acıdır ki, ölüm acısı onun yanında çok hafif kalır.
Helâl ise çok tatlıdır. Ey kadın, sen git açıkça helâlinden ara! 
Şeref ve iffet sahibi olanlar namuslarını ve dinlerini titizlikle korurlar. 
Onlar, namussuzluk demek olan bir işe nasıl teşebbüs ve cesaret edebilirler?"


Bu asil cevabından sonra da güzel Rukiyye'nin hüzün ve hayranlığı birleştiren bakışları önünde, yoluna devam etti.

Günler sonra, evlenmiş bulunan Hz. Abdullah, aynı kadınla Mekke sokaklarında bir kere daha karşılaştı. Aynı Rukiyye ona karşı en ufak bir arzu ve hasret belirtisi göstermedi. Bilâkis, hissiz ve bakışları hayranlık şöyle dursun, çok donuktu. Abdullah sebebini sordu:

"Ne oldu, sana? Halin değişmiş."

Rukiyye,

"O gün, alnında esrarlı bir nûr parlıyordu. O nur karşısında kendimden geçtim. Ama şimdi onu göremiyorum." diye cevap verdi.

Evet, Hz. Abdullah'ın alnında parlayan nur artık yoktu. Çünkü, Kâinatın Efendisine hâmile olan annelerin en büyüğü Hz. Âmine'ye intikal etmişti.

 

 Hz. Abdullah’ın Evlenmesi



Çok sevdiği oğlunun evlenme çağına geldiğini gören Abdülmuttalib, bir an evvel onu mes`ud bir yuvaya kavuşturmak istiyordu. Ancak, ona her yönüyle denk birini bulmak gerekiyordu.

Abdülmuttalib, bunu bulmada gecikmedi. Benî Zühre kabilesinin büyüğü Vehb bin Abd-i Menâf`ın yanına vararak, kızı Âmine`yi oğlu Abdullah`a istediğini söyledi.

"Ey amcaoğlu! Biz bu teklifi sizden önce aldık. Âmine`nin annesi, geçenlerde bir rüya görmüştü. Anlattığına göre, evimize bir nur girmiş. Aydınlığı yerleri ve gökleri tutmuş. Ben de bu gece rüyamda, dedemiz İbrahim`i (a.s.) gördüm.

Bana, `Abdülmuttalib`in oğlu Abdullah`la kızın Amine`nin nikâhlarını ben kıydım. Sen de onu kabul et` dedi.

Bugün sabahtan beri bu rüyânın tesiri altındaydım.

`Acaba ne zaman gelecekler? ` diye kendi kendime sorup duruyordum."

Bunları duyan Abdülmuttalib sevincinden,

 "Allahü ekber, Allahü ekber!" diyerek tekbir getirdi.


Vehb`in kızı Âmine hem güzellik hem ahlâk hem de nesep itibariyle Kureyş kızları arasında en yüksek mevkie sahipti. Her hususta Abdullah`a denkti ve henüz 14 yaşlarında bulunuyordu.

Abdullah ise bu sırada 24 yaşlarında idi. Kısa zamanda düğün yapıldı ve Kâinatın Efendisini dünyaya getirecek mes`ud âile yuvası kuruldu.

Evliliklerinin üzerinden henüz birkaç hafta geçmişti ki, birçok kimsenin fark ettiği garip bir durum oldu. Hz. Abdullah`ın yüzündeki nur, Hz. Âmine`nin alnında parlamaya başladı. Demek ki, artık Hazret-i Âmine, Kâinatın Efendisine hamile idi.

 


Hz. Abdullah'ın  Vefatı


Evliliklerinin ilk ayları dolmuştu. Hazret-i Abdullah bir ticaret kervanına katılarak Suriye`ye gitti. Gidiş o gidiş oldu. Hz. Abdullah bir daha Mekke`ye dönmedi. Aylar sonra Mekke`ye dönen ticaret kervanı arasında Hz. Abdullah yoktu. Sadece acı haberi vardı. Hz. Abdullah, ticaret yolculuğundan dönüşte, Medine`de hastalanmıştı. Ve onu orada dayılarının yanına bırakmışlardı. Bu haberi alan Abdülmuttalib derhal oğlu Hâris`i Medine`ye gönderdi. Hâris, Medine`ye varıncaya kadar her şey olup bitmişti.

Hz. Abdullah, Kâinatın Efendisi oğlunun yüzünü bir kerecik olsun görmeden ebedî âleme göç etmişti ve orada Adiyy bin Neccaroğullarından Nabiğa`nın evinin avlusuna defnedilmişti. Hâris, bu acı haberi alıp Mekke`ye getirdi. Mekke bir anda mâtem havasına büründü.

Hele, henüz genç bir gelin olan Hz. Âmine`nin teessürünü tarif etmek imkânsızdı. Haberi duyduğu andan itibaren bir mum gibi erimeye yüz tuttu. Günlerce gözyaşlarını tutamadı: ağladı, ağladı, ağladı...