AÇIKTAN İSLAMA DAVET
Yakın Akrabaya Davet
Resûlullah Efendimiz de Allah'tan aldığı talimât üzere bu kanuna riâyet etti. Üç sene müddetle peygamberliğini ve İslamiyet’i açıktan açığa kimseye bildirmedi ve anlatmadı.
Üç senelik devreden sonra davetin daha fazla gizli olarak devamında bir maslahat kalmamıştı. Halkı, İslam’a açıktan davete, nereden başlayacağı Resûl-i Ekreme bizzat Cenâb-ı Hak tarafından vahiy ile bildirildi:
"Önce en yakın akrabalarını azaptan sakındır."
Davasını açıklama emrini alan Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hazret-i Ali'ye şu emri verdi:
"Bize sadece bir kişilik et yemeği yap ve bir kap da süt doldur. Sonra da Abdülmuttaliboğullarını topla, onlarla konuşacağım. Emrolunduğum şeyi onlara bildireceğim."
Hz. Ali, emri derhal yerine getirdi. Sabah olunca, Ebû Leheb de dahil, bütün amcaları ile birlikte ikisi kadın kırk beş kişi toplandı.
Kapta bulunan et bir kişilikti. Sadece bir insanı doyuracak kadardı. Kaptaki süt de o kadardı. Resûl-i Ekrem, eti parçaladı ve ziyâfette bulunanlara,
"Bismillah, buyurun." dedi.
İstisnasız davette bulunanların hepsi o bir parça etten doyasıya yediler. Bir de ne görsünler, çok az eksilmiş haliyle et yine yerinde duruyor. Hayrette kaldılar. Kaptaki sütü içmeye başladılar. Kanasıya içtiler ve sütün eksilmediğini gördüler. Şaşırdılar!
Yemek yendikten sonra Peygamber Efendimiz, söze başlamak üzere iken, Ebû Leheb müdahale etti ve topluluğa hitaben şöyle dedi:
"Şimdiye kadar böyle bir sihir görmedik. Arkadaşınız sizi büyük bir büyü ile büyüledi."
Sonra da Kâinatın Efendisine hakarette bulunacak kadar ileri gitti ve topluluğu dağıtmak için ileri geri konuştu.
Peygamber Efendimiz, konuşmaya fırsat bulamadan davettekiler dağıldılar.
Resûl-i Ekrem, neticesiz kalan bu ziyafetten sonra, ikinci bir ziyafet daha tertipleyerek yine Hz. Ali vasıtasıyla yakın akrabalarını bir araya topladı. Yemek yendikten sonra, ayağa kalktı ve şöyle bir giriş yaptı:
"Hamd yalnız Allah'a mahsustur. Ben de Ona hamdederim. Yardımı ancak Ondan isterim. Ona inanır, Ona dayanırım. Şeksiz şüphesiz bilmekle beraber size de bildiririm ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. O birdir, eşi ve ortağı yoktur."
Sonra da maksadını şöyle açıkladı:
"Herhalde otlak aramaya gönderilen bir kimse, gelip âilesine yalan söylemez. Vallahi, ben bütün insanlara yalan söylemiş olsam(!) yine size karşı yalan söylemem. Bütün insanları kandırmış olsam, yine sizi aldatmam."
"Sizi Ondan başka ilâh olmayan Allah'a imana dâvet ediyorum. Ben de Onun, hususan size ve umumî olarak da bütün insanlığa, gönderdiği Peygamberiyim."
Maksadını böylece hülâsa eden Resûl-i Ekrem Efendimiz sözlerine şöyle devam etti:
"Vallahi siz, uykuya daldığınız gibi öleceksiniz, Uykudan uyandığınız gibi de diriltilecek ve bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. İyiliklerinizin karşılığında iyilik, kötülüklerinizin karşılığında da ceza göreceksiniz. Bu da, ya devamlı Cennette veya temelli Cehennemde kalmaktır. İnsanlardan âhiret azabıyla korkuttuğum ilk kimseler sizlersiniz."
Peygamber Efendimiz konuşmasını bitirince, Ebû Talib ayağa kalktı ve şöyle dedi:
"Sana, severek ve candan yardım edeceğiz. Öğütlerini benimsedik ve kabullendik. Sözlerini de tasdik ettik. Bu toplananlar senin atanın oğullarıdır. Ben de haliyle onlardan biriyim. Senin istediğin şeye, onlardan koşacak olanların and olsun ki en çabuğu da benden başkası değildir."
"Sen, emrolunduğun şeye devam et. Vallahi, etrafını kuşatıp seni korumaktan bir an dahi geri durmayacağım. Nefsimi Abdülmuttalib'in dinini bırakmak hususunda bana itaat eder bulmadım. Artık, ben onun öldüğü dinde öleceğim."
Diğer amcaları da bu sözleri tasdik ettiler ve Efendimizin hoşlanmayacağı hiçbir şey söylemediler. Sadece biri müstesna: İslâm dâvâsının başından beri muhalifi bulunan
Ebû Leheb. Ortaya atıldı ve şöyle dedi:
"Ey Abdülmüttaliboğulları, bu vallahi bir kötülüktür. Başkaları onun elini tutup bundan alıkoymadan önce, siz onun ellerini tutup bundan vazgeçirin. Eğer, siz bugün ona itaat edecek olursanız, zillet ve hakarete uğrarsınız ve onu muhafaza etmeye kalkışırsanız, öldürülürsünüz."
İslâmın bu azılı düşmanına cevap, Peygamber Efendimizin kahraman halası Hz. Safiyye'den geldi:
"Ey kardeşim! Kardeşinin oğlunu ve onun dinini yardımsız, hor ve hakir bırakmak sana yaraşır mı? Vallahi, bugün yaşayan âlimler, Abdülmüttalib'in neslinden bir peygamberin çıkacağını haber veriyorlar. İşte o peygamber budur." dedi.
Ebû Leheb, kız kardeşinin bu ulvî konuşmasına küstahça şu karşılığı verdi:
"And olsun ki, bu boşuna bir umuttur. Zaten, kadınların sözleri, erkeklere ayak bağı ve köstek mesabesindedir. Kureyş âileleri ve onlarla birlikte bütün Araplar ayaklandığı zaman, onlara karşı koyacak bizim ne kuvvetimiz var? Vallahi, biz onların yanında yutulacak bir lokma gibiyiz."
Ebû Leheb'in bu konuşmasından Ebû Talib fazlasıyla rahatsız oldu:
"Ey korkak, vallahi biz sağ oldukça, ona yardım edeceğiz ve onu koruyacağız." dedi.
Sonra da Resûl-i Ekrem Efendimize dönerek,
"Ey kardeşim oğlu! Dâvet etmek istediğin zaman bilelim; silahlanıp seninle birlikte ortaya çıkarız."
O âna kadar sadece konuşulanları dinleyen Peygamber Efendimiz, ayağa kalkarak şöyle bir konuşma yaptı:
"Ey Abdülmuttaliboğulları! Vallahi, Araplar içinde benim size getirdiğim, dünya ve ahiretiniz için hayırlı olan şeyden daha üstün ve hayırlısını kavmine getirmiş başka bir kimse bilemiyorum. Ben, sizi dile kolay gelen, mizanda ağır basan iki kelimeye davet ediyorum ki; o da:
"Eşhedü en lâ İlâhe İllallah ve eşhedü enne Muhammede'n-Resûlullah [Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in, Onun resûlü olduğuna şehadet ederim] demenizdir." Sonra da,
"O halde, hanginiz bu yolda bana icabet ederek, vezirim ve yardımcım olur?" diye sordu.
Kimseden ses çıkmadı. Bütün başlar öne eğildi. Gözler, Peygamberimiz (s.a.v.)'e bakacak takatı kendilerinde bulamıyorlardı. Sadece biri vardı, Resûlullahın mübarek gözlerine dikkatle bakan. Bu, henüz 12-13 yaşlarında bulunan Hz. Ali idi. Ayağa kalktı. Fakat, Peygamberimiz (s.a.v.) ona,
"Sen otur!.." dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, sualini üç sefer tekrarladı. Üç seferinde de cevap sadece Hz. Ali'den geldi:
"Yâ Resûlallah! Sana, ben yardımcı olurum. Her ne kadar bunların yaşça en küçüğü isem de."
Bu söze kimisi dudak büktü, kimisi hayret etti, kimisi de alaylı alaylı gülümsedi: Sonra da hâdiseyi ciddiye almadan toplantıyı terk ettiler.
Hz. Ali'nin küçük yaşındaki bu kahramanlık ve cesareti Nebiyy-i Muhterem Efendimizi fazlasıyla sevindirdi.
Safa Tepesinde İlk Hitap
Önce en yakın akrabanı (Allah'ın azabıyla) korkut" (eş Şuarâ Sûresi, 214) anlamındaki ayet-i celîle inince Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), Safâ Tepesi'ne çıkarak:
"Ey Abdülmuttaliboğulları, Ey Fihroğulları, Ey Abdimenâfoğulları, Ey Zühreoğulları..." diyerek bütün akrabasına oymak oymak seslendi. Hepsi toplandıktan sonra:
"Ey Kureyş cemâati, size "şu dağın eteğinde veya şu vadide düşman süvarisi var. Üzerinize baskın yapacak desem, bana inanır mısınız?" diye sordu. Hepsi bir ağızdan: "Evet, inanırız, çünkü şimdiye kadar senden hiç yalan duymadık, sen yalan söylemezsin..." dediler.
O zaman Rasûlullah (s.a.v.):
"O halde ben size, önümüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allah’a inanıp, O'na kulluk etmeyenlerin bu büyük azaba uğrayacaklarını haber veriyorum... Yemin ederim ki, Allah'tan başka ibadete lâyık ilah yoktur. Ben de Allah'ın size ve bütün insanlara gönderdiği Peygamberiyim.
(Rasûl-i Ekrem her bir oymağa ayrı ayrı hitâb ederek) Allah'tan kendinizi ibadet karşılığında satın alarak, azabından kurtarınız. Bu azaptan kurtulmanız için, ben Allah tarafından verilmiş hiçbir nüfûza sâhip değilim..."
"Ey Kureyş Cemâati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah divanına varınca, muhakkak dünyadaki bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. İyiliklerinizin mükâfatını, kötülüklerinizin de cezasını göreceksiniz. "O Mükâfat ebedi Cennet, ceza da Cehenneme girmektir..." diyerek sözlerini bitirdi.
Peygamberimiz (s.a.v.)'in bu sözleri, umumi bir muhâlefetle karşılanmadı. Yalnızca Ebû Leheb:
"Helâk olasıca, bizi bunun için mi çağırdın?" sözleriyle Rasûlullah (s.a.v.)'in gönlünü kırdı.
Bunun üzerine onun hakkında: "Ebû Leheb'in iki elleri kurusun,yok olsun. O'na ne malı ne de kazandığı fayda verdi. Alevli bir ateşe yaslanacaktır O. Boynunda bükülmüş bir ip olduğu halde, karısı da odun hammalı olarak." (Leheb Sûresi, 1-5) meâlindeki sûre-i celîle nâzil oldu.