GÜNCEL

İLK MÜSLÜMANLAR

  




Hz. Ebu Bekir'in Müslüman Olması




Hz. Muhammed (s.a.v.)'in yakın ve en samimi dostu olan Ebû Kuhâfe oğlu Ebû Bekir, Kureyş kabîlesi'nin Teymoğulları kolundandır. Baba ve anne tarafından soyu, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in soyu ile Mürre'de birleşir.


Hz. Ebû Bekir'in Mekke'de Kureyş arasında büyük bir itibarı vardı. Zengin ve dürüst bir tüccardı. Aralarındaki güven ve samimiyet sebebiyle, Peygamberimiz (s.a.v.) ailesi dışındakilerden ilk olarak Hz. Ebu Bekir'i İslâm'a dâvet etti. 

peygamberimiz;


"Ebû Bekir'den başka imana davet ettiğim herkes bir duraklama, bir tereddüt, bir şaşkınlık geçirdi. Fakat o, kendisine İslam'ı anlattığım zaman ne durakladı ve ne de tereddüt etti.


Esâsen, cahiliyet devrinde bile putlara hiç tapmamış, ağzına bir yudum içki koymamıştı. Hz. Ebu Bekir'in Müslüman olmasıyla, Peygamberimiz (s.a.v.) büyük bir desteğe kavuştu.


Onun gayret ve delâletiyle, Mekke'nin önemli şahsiyetlerinden Affân oğlu Osmân, Avf oğlu Abdurrahman, Ebû Vakkas oğlu Sa'd, Avvâm oğlu Zübeyr, Ubeydullah oğlu Talha da Müslümanlığı kabul ettiler.

 


Hz. Bilal'in Müslüman Olması






Gizli davet devresinde İslâm ile şereflenen ve bundan dolayı müşriklerin şiddetli işkencelerine maruz kalan ilklerden biri de Bilâl-i Habeşî diye bilinen, Bilâl bin Rebah Hazretleridir.

Hazret-i Bilâl, Müslümanların amansız düşmanı Ümeyye b. Halef'in kölesi iken, Hazret-i Ebû Bekir vasıtasıyla İslam’la şereflenmiştir.


Onun gönderdiği Peygamberi Hazret-i Muhammed'e sadâkat elini uzatması büyük suçtu! Bunun için de o, en amansız işkencelere tâbi tutuluyordu. Bazen yirmi dört saat aç, susuz bırakılıyor, bazen boynuna ip takılarak, Mekke'nin ücretle tutulan çocukları tarafından sokak sokak dolaştırılıyordu.


Ümeyye bin Halef'in bütün bu gayretleri boşunaydı. Hazret-i Bilâl bir kere îmân etmişti ve Allah'a teslim olmuştu.


"Ehad, Ehad! Allah birdir! Allah birdir!"


İnandığı İslâm davasından her türlü eziyete rağmen zerre kadar taviz vermeyen Hazret-i Bilâl'i, bu sefer efendisi Ümeyye bin Halef, kavurucu sıcaklar altında, sırtını, güneşin sıcaklığından ateş parçası haline gelmiş kızgın taş ve kumlara sürttürüp yaktırır, ağzına güneşte kurumuş bir lokma et verdikten sonra, göğsüne kocaman bir kaya parçası koydurur ve şöyle derdi:


"Andolsun ki; sen ölmedikçe, yahud Muhammed'i ve Onun dinini inkâr ve reddederek Lât'a, Uzzâ'ya tapmadıkça bu azabı üzerinden eksik etmeyeceğim!"


Bilâl, ölümü göze alarak şöyle haykırırdı:

"Ben, Lât ve Uzzâ'yı kabul etmem. Allah birdir! Allah birdir!"


Bu sözleri duyan Ümeyye bin Hâlef bütün bütün çileden çıkar, Hazret-i Bilâl'in işkencesini bayılıp kendinden geçinceye kadar arttırırdı. Sonra da çekip giderdi. Hazret-i Bilâl nice sonra kendine gelirdi.

Yine bir gün, Ümeyye bin Halef in onu işkenceden işkenceye uğrattığı bir sırada, oradan geçen Hz. Ebû Bekir bu durumu gördü. Ümeyye'ye,

"Sen hiç Allah'tan korkmaz mısın? Bu zavallıya daha ne zamana kadar işkence edeceksin." dedi.

"Onun itikadını sen bozdun, kurtulmasını istiyorsan, onu satın al da kurtar." diye cevap verdi Ümeyye. 

Hz. Ebû Bekir,


"Ey Ümeyye, benim, senin dininden siyah bir kölem var. Bundan daha güçlü, daha kuvvetidir. Onu Bilâl'e karşılık sana vereyim, kabul eder misin?" dedi.

Ümeyye,


"Kabul ettim." dedi. Sonra da gülerek, "Vallahi, kölenin karısını da vermedikçe olmaz." diye konuştu.

Hz. Ebû Bekir,


"Olur!.." dedi.


Ümeyye yine sinsi sinsi güldü ve

"Vallahi, bana kölenin karısı ile birlikte kızını da vermedikçe olmaz" dedi.


Hz. Ebû Bekir, bu teklife de,


"Olur!.." diye cevap verdi.


Fakat, azılı müşrik Ümeyye, âdeta işi yokuşa sürmek istiyormuşçasına davranıyordu. Bu sefer hâince gülüşler arasında şu istekte bulundu:


"Vallahi, bana onlarla birlikte 200 dinar da üste vermedikçe olmaz!"

Onun bu durumuna sinirlenen Hz. Ebû Bekir hiddetle,


"Sen, ne utanmaz adamsın. Boyuna yalan söyleyip duruyorsun." dedi.

Ümeyye bu sefer,


"Hayır, Lât'a, Uzzâ'ya and olsun ki, artık bunları bana verirsen, dediğimi yapacağım." dedi.


Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir,


"Onların hepsi senin olsun." dedi ve Hazret-i Bilâl'i bu zâlim adamın elinden kurtardı.


Hz. Bilâl'i alan Ebû Bekir'e (r.a.) Peygamber Efendimiz,

"Yâ Ebu Bekir, onun üzerinde bir hakkın olacak mı?" dedi, 


Hz. Ebû Bekir,


"Hayır, yâ Resûlallah, Onu azâd ettim." dedi.

Hazret-i Bilâl'i Ümeyye bin Hâlef gibi azılı bir müşrikin elinden kurtarıp hürriyetine kavuşturan Hz. Ebû Bekir, bir müddet sonra onun gibi köle olan annesi Hamâme'yi de satın alıp Azad etti.





Hz. Osman'ının Müslüman Olması





Hz. Ebu Bekir, son derece büyük bir cehd ve gayretle samimi dostlarına İslamiyet’i anlatıyordu.

Bir gün Hz. Osman'a da Müslümanlıktan bahis açtı ve onu alarak Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna getirdi. Hz Resûlullah, Hz. Osman'a,

"Allah'ın ihsanı olan Cennete rağbet et. Ben, sana ve bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim!" dedi. 


Hz. Osman’da orada Müslüman oldu. Amcası Hakem bin Ebû'l-Âs, kendisini bir urganla bir direğe bağlar ve döverdi. Onun bu metaneti ve büyüklüğü karşısında sonunda amcası küçüldü ve onu salıvermekten başka çare bulamadı.


Hafız-ı Kur'ân'dı. Geceleri, namazında bütün Kur’an’ı hatmederdi. Cennetle müjdelenen on sahabeden biri olan Hz. Osman, aynı zamanda Resûl-i Ekrem Efendimizin damadıdır. Önce Peygamberimiz (s.a.v.)'in kerimesi Rukiyye'yi aldı. O, vefât edince, Resûlullah onu bu sefer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Bu sebeple de "Zinnûreyn" lâkabını aldı.






Hz. Talha'nın Müslüman Olması  

 


Hz. Osman'ın İslam’ın saâdet dolu sinesine konuşunu Hz. Talha bin Ubeydullah takip etti.


Ticaret maksadıyla bir seyahat çıkmıştı. Busra Panayırında bulunduğu bir sırada, oradaki manastırda yaşayan bir Rahib,


"Bu pazar halkı içinde, Mekke'den kimse var mı?" diye seslendi

Hazret-i Talha,


"Evet, ben Mekkeliyim." dedi.


Rahib,

"Ahmed zuhur etti mi?" diye sordu.


Hz. Talha "Ahmed kim" dedi.


Rahib,

"Abdullah bin Abdülmuttalib'in oğludur. Mekke, onun zuhûr edeceği şehirdir. O, peygamberlerin sonuncusudur. Kendisi, Harem-i Şerif'ten çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicrete mecbur bırakılacaktır." cevabını verdi.


Rahibin bu sözleri Talha’nın dikkatini çekmiş ve Mekke'ye gelir gelmez halka,


"Yeni bir haber var mı?" diye sordu.


"Evet, Abdullah'ın oğlu Muhammedü'l-Emîn, peygamber olduğunu iddiâ etti. Ebû Kuhâfe'nin oğlu Ebû Bekir de ona tabi oldu!" dediler.


 Bunun üzerine derhal Hz. Ebû Bekir'in yanına vardı ve,


"Sen, Muhammed'e tâbi oldun mu?diye sordu.


Hazret-i Ebû Bekir,

"Evet!.. Ben ona tâbi oldum. Sen de git, ona tabi ol! Zira o, insanları hak ve gerçek olana dâvet ediyor." dedi. 


Hz. Talha da Rahib'den duyduklarını Hz. Ebû Bekir'e anlattıktan sonra, beraberce Allah Resûlünün huzuruna geldiler. Derhal Müslüman olan Hazret-i Talha, Rahibin söylediklerini anlatınca da Peygamber Efendimiz gülümsedi.


Kureyş'in azılı pehlivanlarından Nevfel bin Adviye onu bir ipe bağlayıp işkenceye uğrattı. Genç yaşta İslâmiyet ile şereflenen Hz. Talha, Cennetle müjdelenen on sahabîden biridir.


Resûl-i Ekrem Efendimiz, onun hakkında,

"Yeryüzünde yürüyen bir şehide bakmak isteyen Talha'ya baksın." buyurmuşlardır.



Hz. Halid Bin Said'in Müslüman Olması




İslâma gizli davet devri henüz devam ediyordu. Hz. Halid, Kureyş'in ileri gelen ve zengin bir ailesine mensuptu.


Arap edebiyat ve ilmini gayet iyi bilen Hz. Halid, bir gece rü'yâsında; babasının kendisini tutup Cehenneme atmak istediğini, fakat Resûlullahın yetişip kendisini Cehenneme düşmekten kurtardığını gördü.


Feryat ederek uyandı. Böylesine berrak bir rüyânın mânâsız olamayacağını idrak eden Hz. Halid kendi kendine, "Vallahi, bu rü'yâ gerçektir." dedi ve vakit kaybetmeden Hz. Ebu Bekir'e koştu. Rüyasını anlattı.


Sıddık-ı Ekber,

"Hakkında hayırlı olmasını dilerim," dedi. "Seni, o Resûlullah kurtaracaktır. Hemen git, ona tabi ol! Sen, ona tâbi olacak, İslâm dinine girecek, onunla birlikte bulunacaksın. O da seni, rü'yâda gördüğün gibi Cehenneme düşmekten kurtaracaktır."


Hz. Halid hemen Resûlullahın yanına vardı ve şehadet getirdi:

Hz. Halid, Müslüman olur olmaz, evinde ve etrafta da İslâmiyet'ten bahsetmeye başladı. Bir müddet sonra zevcesi Ümeyne de Müslümanlar safında yer aldı.


Oğlunun Müslüman olduğu haberini alan Kureyş'in zenginlerinden ve ileri gelenlerinden Ebû Uhayha Said, fazlasıyla hiddetlendi.


Bir gün Hz. Halid'in, Mekke'nin tenha bir yerinde namaz kılmakta olduğunu duydu. Diğer oğullarını gönderip onu yanına getirtti.


Hiddetli hiddetli, elindeki değnekle, kırılıncaya kadar onu dövdü. Fakat nafile! Sebât ve metanetin menbâı olan îmân, artık Hz. Halid'in kalbinde yer etmişti.


Baba Uhayha, bu sefer onu alıp hapsettirdi. Hz. Halid, günlerce aç ve susuz bırakıldı. Bir fırsatını bulup, babasının elinden kurtuldu. İkinci Habeşistan hicretine kadar babasına görünmedi.



Hz. Sa'd Bin Ebu Vakkas'ın Müslüman Olması




Sa'd bin Ebî Vakkas, henüz on yedi yaşlarında hareket ve heyecan dolu bir gençti. Bu sırada bir rü'yâ gördü: 


Zifirî bir karanlığın içinde iken, birdenbire parlak bir ay doğuyor ve o, ayın aydınlattığı yolu takip ediyor. Sonra aynı yolda, Zeyd bin Hârise, Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir'in önünden ilerlediğini görüyor. Kendilerine,


"Siz ne vakit buraya geldiniz?" diye soruyor. Onlar da,


"Şimdi." diye cevap veriyorlar.

Bu rüyasından üç gün sonra, İslam’a gizli davet devresinde fevkalâde büyük bir cehd ve gayret gösteren Hz. Ebû Bekir, kendisine İslâmiyet'ten bahsetti. Sonra da alıp Resûl-i Zişan Efendimizin huzuruna götürdü.  Orada Müslüman oldu.


Hz. Sa'd'ın Müslüman olması annesi Hamne'nin hoşuna gitmedi. Oğlunun kendisine karşı saygısını ve bağlılığını bilen Hamne, onu İslâmiyet'ten vazgeçirip tekrar putperestliğe döndürmek için kararlıydı.


Annesinin yememekte ve içmemekte inat ettiğini görünce yanına vardı ve

"Ey anne," dedi. "Senin yüz canın olsa ve her birini İslâmiyeti bırakmam için versen, ben yine dinimde sabit kalırım. Artık ister ye ister yeme."


Bu cevap üzerine anne Hamne'nin inadı, Hz. Sa'd'ın hakta sebâtı karşısında eridi hem yemeğe hem de içmeye başladı.


Hz. Sa'd ile annesi arasında geçen bu hâdise üzerine Cenâb-ı Hak, Ankebut Sûresinin 8. ayetini göndererek, müminlere ebedî bir ölçü verdi:

"Biz insana, anne ve babasına güzel davranmasını emrettik. Eğer onlar, ilâh olduğuna dair hiçbir delil bulunmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlayacak olurlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır; yaptıklarınızı o zaman ben size haber vereceğim."


Hamne, oğlunu İslâm'dan vazgeçirmek için bu sefer başka bir yol denedi. Bir gün Hz. Sa'd, evde namaz kılarken, konu komşusunu da çağırdı ve hep beraber kapıyı


Hz. Sa`d`ın Cesareti

Hz. Sa'd, ilk Müslümanlardan birkaçı ile Mekke'nin Ebû Dübb Vadisinde namaz kılmakta idiler. Müşriklerin ileri gelenlerinden Ebû Süfyan birkaç müşrikle yanlarına geldi. Yaptıkları ibadetin asılsız bir şey olduğunu iddiaya kalkışınca, yaka paça birbirlerine girdiler.

Hz. Sa'd, eline geçirdiği bir deve çenesi kemiği ile müşriklerden birinin başını yardı. Bunu gören diğer müşrikler cesaretlerini kaybettiler ve kaçmaya başladılar. Müslümanlar da onları vadiden çıkıncaya kadar kovaladılar. Böylece Hz. Sa'd, Allah yolunda ilk kan döken Sahabî ünvanlını almış oldu. İslâm tarihinde dökülen ilk kan budur.


Aynı zamanda son derece cömert olan Hz. Sa'd bin Ebî Vakkas, Cennetle müjdelenen on Sahabîden biridir. Allah Resûlü zamanında bütün gazâlara katıldı. Uhud Harbinde Fahr-i Kâinata vücudunu siper etti ve müşriklere öylesine ok attı ki, Allah Resûlünün, hiçbir fâniye nasib olmayan şu hitabına mazhar oldu:


"Anam babam, sana fedâ olsun yâ Sa'd, durma at!"


Hz. Ali der ki:

"Resûlullah (a.s.m.), "Fedâke ebî ve ümmi."8 (Anam babam sana fedâ olsun) cümlesini sadece Uhud günü Hz. Sa'd için söyledi."

Hz. Ömer devrinde ve Kadisiyye Zaferinin kumandanlığını yürüterek, Kisra Ülkesini (İran) fethedip İslâm topraklarına kattı. Bu sebeple ona "İran Fatihi" ünvanı verildi.






Hz. Ebu Zerr Gıfari'nin Müslüman Olması



Ebû Zerr, Cahiliyye Devrinde de putlara tapmaktan nefret eden ve senelerden beri hak ve hakikati arayan, Arabın güzide şâirlerinden biri idi.


Duyduğu haber üzerine önce, aradığı rehber zâtın Mekke ufuklarında parlayan zât olup olmadığını anlamak maksadıyla kendisinden de üstün bir şâir olan kardeşi Üneys'e,


"Haydi, Mekke'de zuhur ettiği söylenen zâta git. Kendisiyle bir görüş ve onun hakkında bana haber getir." diyerek onu Mekke'ye gönderdi.


Üneys, kardeşinin bu ta'limatı üzerine Mekke'ye geldi ve Peygamber Efendimizle görüşüp konuştuktan sonra geri döndü. Ebû Zerr, "


Ne haber getirdin? Halk onun hakkında ne söylüyor?" diye sordu.

Üneys,

"Gördüğüm zât, halka iyilikte bulunmayı, kötülükten sakınmayı tavsiye ediyor ve güzel ahlâkı duyuruyor." Dedi.


Ebû Zerr, kardeşine,

"Sen," dedi, "beni rahatlatıcı fazla bir mâlumat getirmedin. Ama yine de gidip onu bizzat, görmeliyim."


Üneys, onu ikaz etti:


"Gitmesine git, ama kendini Mekke halkından kolla. Çünkü, onlar Muhammed'e karşı düşman cephesi kurmuşlardır."


Ebû Zerr, eline asâsını, sırtına bir su kırbası ile bir azık dağarcığı alarak yola düştü. Çölleri aşa aşa gelip Mekke'ye kavuştu ve doğruca Kâbe'ye gitti.

Resûl-i Ekremi aradı, fakat tanımadığı için bulamadı. Kimseye sormaya da cesaret edemedi, hem de uygun bulmadı.  Mescid-i Haramda kalmaktan başka bir çaresi yoktu. Öyle yaptı. Açlığını ise Zemzem suyu içerek gideriyordu.

Hz. Ali, onu Mescid-i Haramın bir köşesinde büzülmüş halde gördü. Onu alıp evinde misafir etti.


Hz. Ali,

"Nereden ve niçin geliyorsun?" diye sordu.

Ebû Zerr,


"Eğer, gizli tutacağına söz verirsen, sana anlatırım." dedi. Hz. Ali,
"Emin olabilirsin." karşılığını verince, Ebû Zerr asıl maksadını açıkladı:


"Ben Gıfar Kabilesindenim. Buradan peygamberlik ilân eden bir zâtın zuhur ettiği haberini duydum. Bizzat onu görüp konuşayım diye geldim."

Beraber Hz. Resûlullahın huzuruna vardılar.


Ebû Zerr,


"Selâm sana olsun, ey Allah'ın Rasûlü." dedi. Bu türlü selâmı İslâm'da ilk veren zât, Ebû Zerr Hazretleridir.

Resûl-i Ekrem,

"Allah'ın rahmeti senin üzerine de olsun." dedikten sonra. Ebu Zerr, derhal şehâdet getirerek Müslüman oldu.

 

Müslümanlığını İlân Etti

Şehâdet getirerek, İslâmla şerefyâb olan Hz. Ebû Zerr'e, ihtiyat ve tedbiri asla elden bırakmayan Resûlullahın tavsiyesi şu oldu:


"Yâ Ebâ Zerr, sen, şimdilik bu işi gizli tut! Ve memleketine dön, git! İşi açığa vurduğumuzu haber aldığın zaman gel!"


Vecd ve heyecan mâdeni haline gelen Hz. Ebû Zerr,

"Yâ Resûlallah, seni hak peygamber olarak gönderen Allah Teâla'ya yemin olsun ki, ben bunu müşriklerin arasında açıkça ilân edeceğim." dedi.


Sonra da kalkıp doğruca Kâbe'ye koştu ve müşriklere karşı pervasızca,

"Ey Kureyş topluluğu! Ben şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yok ve Muhammed Onun resulüdür!" diye haykırdı.


Bu kahramanca haykırış, müşrikleri hiddetlendirdi. Hep birden üzerine çullandılar ve onu bayıltıncaya kadar dövdüler.


Eğer, henüz o sırada İslamiyet’e girmemiş olan Hz. Abbas yetişip, Gıfar Kabilesine mensup olduğunu ve bu kabilenin de Şâm ticâret yoluna hâkim bulunduğunu söylemeseydi, onu öldüreceklerdi!..


Hz. Ebû Zerr, kavim ve kabilesini hak dine davet etmek üzere yurdunun yolunu tuttu. Hicretin altıncı yılına kadar da orada kaldı. Bu sebeple Bedir, Uhud ve Hendek gazâlarında bulunamadı. Fakat bunlardan sonraki gazâlarda Resûl-i Ekrem Efendimizin yanından ayrılmadı.





Hz.  Habbab Bin Eret'in Müslüman Olması





Habbab bin Eret, Ümmü Anmar adında İslâm düşmanı bir kadının azadlı kölesi idi. Demirci idi, kılıç yapardı. Peygamber Efendimiz ile öteden beri görüşür ve konuşurdu.


Resûl-i Kibriya Efendimiz henüz Dârü'l-Erkam'a yerleşmediği bir sırada gelip Müslüman oldu.


Kureyşli müşrikler, Müslüman olduğunu duyunca onu da eziyet ve işkencelere tabi tuttular. Ümmü Anmar hiddetinden çıldıracak gibiydi. Onu bağlattı, ateşte kızdırttığı demirle başını dağlattı.


Bir gün çıkıp Resûlullahın huzuruna geldi. Ümmü Anmar'dan ve başının ızdırabından şikâyet etti. Peygamber Efendimiz:


"Ya Rab! Habbab'a yardım et!" diye duâ etti.


Bu duanın hemen akabinde Ümmü Anmar şiddetli bir baş ağrısına mübtelâ oldu. Ağrının ızdırabından inler dururdu. Sonunda kendisine, başını ateşle dağlaması tavsiye edildi. Hz. Habbab da bir müddet onun başını dağladı.

Merhametten mahrum müşrikler, bir gün Hz. Habbab'ın gözleri önünde kocaman bir ateş yaktılar. Onu ateşin üzerine yatırıp, ayaklarıyla göğsüne bastılar. Bir müddet öyle bıraktılar.

Hz. Ömer, elinde yalın kılıç, eniştesi ve kız kardeşinin evine hışımla girdiği zaman da yine bu fedakâr sahabî onlara yeni inen ayetleri okuyor ve öğretiyordu.