GÜNCEL

İSLAMIN 2 DÜŞMANI: EBU LEHEB VE EBU CEHİL

 

 







 

 

Ebû Leheb ve Karısı Ümmü Cemil

 


Bir gün Hz. Resûlullah, Ukaz Panayırında halkı Allah'ın birliğine imana ve peygamberliğini tasdike davet edip:

"Ey ahali, 'Lâilâhe illallah' deyin, kendinizi kurtarın." diyordu.

Peşi sıra gelen Ebû Leheb ise halka,

"Ey ahalî! Bu yeğenimdir, yalan söylüyor, ondan uzak durun." diye sesleniyordu.

Ebû Leheb, yalnız bununla da kalmıyordu. Bir gün, komşusu olan Peygamber Efendimizin kapısına pislik ve kokmuş şeyler atmıştı. O sırada Hz. Hamza, henüz iman etmemiş olmasına rağmen, yetişmiş ve o pisliklerin ve kokmuş maddelerin hepsini Ebû Leheb'in başına dökmüştü.

Ebû Leheb, Resûl-i Kibriyâya eziyet ve hakaret etmekte yalnız kalmak istemiyordu. Bir gün, oğlu Uteybe'ye, ona işkence etsin diye emir verdi.

Uteybe, Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanına vardı. O sırada Efendimiz Necm Sûresini okuyordu. Bunu duyan Uteybe,

"Necmin Rabbına andolsun ki, ben senin peygamberliğini inkâr ediyorum."bDedi ve küstahça Kâinatın Efendisine doğru tükürdü. Resûl-i Ekrem, bu çirkin harekete sadece şu bedduâ ile cevap verdi:

"Yâ Rab, ona bir itini musallat et."

Uteybe'ye yaptığı bu bedduâ da bir müddet sonra gerçekleşti. Yemen tarafında Havran denilen yerde arkadaşları arasında uyurken, bir arslan gelip kendisini parçaladı!

Ümmü Cemil, İslâm davasının en şiddetli muhalifi ve düşmanı Ebû Leheb'in karısı idi. 

Cenâb-ı Hak, Tebbet Sûresini inzal buyurmuştu. Sûre, Ebû Leheb ve karısının çirkin davranışlarını ve âkibetlerini mevzu ediyordu. Bunu duyan Ümmü Cemil, artık yerinde duramaz oldu. Eline bir taş alarak Mescid-i Harama geldi.

Peygamber Efendimiz, sadık dostu Hz. Ebû Bekir ile orada oturuyorlardı. Ümmü Cemil, Hazreti-i Ebû Bekir'i gördü fakat yanında oturan Kâinatın Efendisini fark edemedi, Hz. Ebû Bekir'e şöyle dedi:

"Ey Ebû Bekir! Arkadaşın nerede? Ben işittim ki, beni hicvetmiş. Ben görsem, bu taşı onun ağzına vuracağım." dedi.

 


Dönemin Firavunu Ebû Cehil

 


Ebû Cehil'in başına geldi. Bir gün kabilesine şöyle söz verdi:

"Vallahi, secdede Muhammed'i görürsem, başını bu taşla ezeceğim!"

Ertesi gün, zor kaldırabileceği büyük bir taş alarak gitti. Resûl-i Ekrem secdedeydi. Taşı kaldırıp tam vuracakken, elleri yukarıda kaskatı kesildi. Ta Kâinatın Efendisi namazını bitirip kalkıncaya kadar.  Namaz bitince Ebû Cehil'in eli çözüldü.

Her şeye rağmen Peygamber Efendimizi rahatsız etmekten vazgeçmeyen Ebû Cehil, yine bir gün,

"Vallahi, Muhammed'i secdede görürsem, boynuna basacak ve boynunu yerlere sürteceğim." diye yemin etti.

Etrafta bulunanlar Ebû Cehil'e,

"Ey Ebû Cehil, işte Muhammed!" diye seslendiler.

Ebû Cehil'in Resûl-i Ekreme doğru ilerlemesiyle dönmesi bir oldu. Seyredenler şaşkınlık içinde,

"Ne oldu, neden döndün?" diye sordular. 

Ebû Cehil, onlardan daha şaşkın bir edâ içinde:

"Benim gördüğümü, siz görmüyor musunuz?" diye cevap verdi ve arkasından ilâve etti: "Vallahi, onunla benim arama ateşten bir uçurum açıldı."

Resûl-i Ekrem, bir gün Kâbe'de huşû içinde namazını edâ etmekte idi. Müşriklerden bir grup da Kâbe civarında toplanmış konuşuyorlardı. İçlerinde, Ebû Cehil de vardı. Ortaya fırlayarak topluluğa,

"Hanginiz gidip filancalarda bugün boğazlanan devenin işkembesini ve döl eşini olduğu gibi kanlı kanlı getirip, secdede iken onun üzerine koyar?" diye seslendi.

Gözü dönmüşlerden biri olan Ukbe bin Ebî Muayt, ortaya atıldı.

"Ben yaparım." dedi ve oradan ayrıldı.

Az sonra, ruhu kararmış bu adam, elinde deve işkembesi ile Peygamber Efendimizin yanında göründü.

Resûl-i Ekrem, her şeyden habersiz, Cenâb-ı Hakkın huzurunda secdeye varmıştı.

Gözü dönmüş Ukbe, getirdiği deve işkembesini iki küreği arasına koydu. Ruh ve vicdanları şirkin karanlıklarına gömülü müşrikler manzarayı kahkahalarla seyrediyorlardı.

Hz. Fâtıma, koşa koşa geldi. İşkembeyi tuttuğu gibi suratlarına çarparcasına müşrik gürûhuna doğru fırlattı. Namazını bitiren Hazret-i Resûlullahın mübârek dudaklarından,

"Allah'ım, Kureyş'i sana havale ediyorum." cümlesi döküldü.

Bu cümlesini üç kere tekrarladı. Sonra da müşrik elebaşlarının isimlerini teker teker zikrederek, onları da sonsuz kudret sahibi Cenâb-ı Hakka havale etti.

Yine bir gün, Kâbe yanında namaz kılıyordu.

Alnını yüce Yaratıcısının huzurunda yere koyar koymaz, serseri Ukbe bin Ebî Muayt, ridasını topladı ve boynuna doladı. Olanca gücüyle sıktı. Maksadı onu boğmaktı.

O arada Hz. Ebû Bekir yetişip Peygamber Efendimizi bu serserinin elinden kurtardı. Sonra da âdeta kâinata işittirmek istiyormuşçasına şu ayet-i kerimeyi okudu:

"Firavunun ailesinden, imanını gizleyen ml’min bir kimse, 'Rabbim Allah'tır' dediği için mi bir adamı öldüreceksiniz?' dedi.

'Halbuki, o, Rabbinizden size mûcizelerle gelmiştir. Eğer yalancıysa yalanı kendi aleyhinedir. Fakat doğru söylüyorsa, size vaad ettiği azâbın bir kısmı olsun başınıza gelir. Muhakkak ki, Allah haddini aşan ve yalancılık eden kimseyi muvaffak etmez."'

 

 

Darü’l Erkam



Kureyş müşriklerinin Müslümanlar üzerindeki baskı, eziyet ve işkenceleri gün geçtikçe artıyordu. Müslümanlar dinî vazifelerini ve ibadetlerini rahat ve serbest bir şekilde ifa edemez bir durumla karşı karşıya gelmişlerdi.

Saf'a Tepesinin doğusunda dar bir sokak içinde bulunan ilk Müslüman Erkâm bin Ebi'l-Erkâm bin Esed'in evi.

Bu ev giriş çıkışlar için elverişli, etraftan gelen gidenlerin kolayca kontrol edilebileceği emin bir yerdi. Böylelikle Dârü'l-Erkâmı, Nebiyy-i Ekrem Efendimizin hocalığını yaptığı ilk medrese, ilk İslâm üniversitesi saymak mümkündür.

Hz. Ömer'in, İslam’la şereflenmesine kadar, Resûl-i Ekrem, İslâmı öğretme ve anlatma vazifesini burada yürüttü. Hz. Ömer olmak üzere birçok kimse bu evde Müslüman olma şerefine erdiler.