EN HÜZÜNLÜ YILLAR
Haşimoğlularına Yapılan Ambargo
Hz. Muhammed’in peygamberliğini ilan etmesinin üzerinden yedi yıl geçmiş, her geçen gün vahyi-i İlahi’ye tabi olanların sayısı artmaya devam ediyordu. Müşrikler cephesinin önde gelenlerinin sabrını taşıran olay ise, Mekke’nin önde gelenlerinden Hz. Hamza ve Hz. Ömer’in Müslümanların safına geçtiği haberi oldu.
Kureyş müşrikleri, Kinane oğullarının yaşadığı bölge olan Muhassab vadisinde toplanarak, 'Muhammed'i kendilerine teslim edecekleri ana kadar;
- Haşimoğluları ve Abdulmuttaliboğulları ile bütün ilişkiler kesilecek,
- Onları Mekke'den kovacak; bütün yolları kesecek,
- Onlardan kız alıp vermeyecek,
- Yiyecek ve içecek temin edebilecekleri bütün kaynaklarını da kurutacak
Mansur İbn İkrime’nın yazıya geçirdiği bu ambargo manifestosunu Kâbe’nin içine asarak, olaya bir de kutsiyet kazandırdılar
Risâlet’in ilk gününden itibaren, yeğenini himaye etmekten geri durmayan amcası Ebu Talib, Hz. Peygamber başta olmak üzere, Müslümanları ve Haşimoğulları ile Muttalipoğullarından (iman etmedikleri halde), Hz. Muhammed’in yanında yer alanları, kendi mahallesinde (Şi’b-i Ebi Talib) toplayarak, onları koruma altına aldı.
Başını (Mekke’nin o zamanki hâkimi konumunda bulunan) Ebu Cehil ‘in çektiği müşriklerin, Müslümanlara (ve beni Hâşim ve beni Muttalib’ten Müslümanların safında yer alan gayr-i Müslimlere) uyguladıkları ambargo, tecrid ve kuşatma tam üç yıl sürdü. Gerçekte bu öyle bir tecrit ve kuşatma hareketi idi ki; üç yıl boyunca cenazesi Şi’b-i Ebu Talib’den kaldırılan insanların çoğu açlık ve susuzluktan ölmüştü.
Sadece "Allah" Lafzı Kaldı
Birkaç sene süren bu ambargo sebebiyle Müslümanlar çok sıkıntılı günler geçirdiler. Müslümanlar bu sıkıntı içinde iken Allah Teâlâ, Peygamber efendimize, Kâbe-i şerifteki, antlaşma metnindeki kelimelerin güveler tarafından tamamen yok edildiğini sadece "Allah" lafzının kaldığını vahiy yoluyla bildirdi.
Peygamber efendimiz, amcası Ebû Tâlib'e giderek bu durumu söyleyince Ebû Tâlib, kardeşlerine gidip durumu anlattı. Kardeşleri;
- Peki ne yapmamızı istersin? diye sordular. O da;
- Şimdi güzel elbiselerimizi giyelim Mescidi-i Harama gidip bu haberi orada
Bulunanlara anlatalım, onlar ilk olarak bizden duymuş olsunlar.
Onlara gitti ve dedi ki:
- Sizin de kabul edebileceğiniz bir teklif ile geldim.
- Hoş geldin, teklifin nedir?
- Ey Kureyş'in ileri gelenleri! Bugüne kadar, hiç yalan söylememiş olan yeğenim diyor
Ki:
"Kâbe'deki, antlaşma yazısını, güveler tamamen yok ettiler, sadece Allah lafzı kaldı."
Şimdi siz o antlaşmayı indiriniz, eğer yeğenimin dediği gibi güveler yazıları yok ettiler ise, vallahi son ferdimize kadar O'nu korur sizlere teslim etmeyiz.
Hâl böyle olunca siz de artık insafa gelip, yeğenimin dediklerini kabul edin! Yok dediği gibi çıkmazsa, Onu size teslim edeceğim, isterseniz öldürürsünüz, isterseniz serbest bırakırsınız.
Müşrikler şöyle cevap verdiler:
- Sen gerçekten çok makul bir teklifte bulundun.
Antlaşmayı asılı yerden indirmesi için hemen bir adam gönderdiler. Antlaşma geldiğinde Ebû Tâlib:
- Okuyunuz bakalım, ded.
Fakat, dikkatli baktıklarında okuyacak bir şey bulamamışlardı. Çünkü, Allah isminden başka ne varsa hepsi imha edilmişti. Peygamber efendimizin mucizesi ortadaydı...
Ebû Tâlib bunların perişan hâline bakıp dedi ki:
- Yeğenime ve O'na inananlara yıllarca haksız yere zulmettiğinize herhâlde siz de inandınız. Bundan sonra artık, bu kuru inadınızdan vazgeçin! Bir daha da benden yeğenimi teslim etmemi istemeyin!..
Bu apaçık gerçekler karşısında, nasipsiz müşrikler, mucizeye "sihir" deyip, düşmanlıklarını daha da artırdılar...
Senet-ül Hüzün
Miladi 620 yılına denk gelen peygamberliğin onuncu senesine verilen isimdir. Allah Resul’ünü (sav) himaye eden, destek veren iki yakınının vefatı O'nu çok üzdü. Hüzün yılı bu yakınları amcası Ebu Talib ve eşi Hz. Hatice idi.
Peygamber Efendimiz sekiz yaşındayken dedesi Abdulmuttalib vefat edince amcası Ebu Talib, O'nu himaye altına aldı ve eşi Fatıma binti Eset ile birlikte koruyup kolladı. Allah Resulü, 25 yaşında Hz. Hatice ile evleninceye kadar amcası Ebu Talib'in evinde kaldı.
Ebu Talib'in eşi Fatıma binti Eset de Hz. Peygamberin (sav) üzerine titrer, kendi çocuklarından önce O'nu yedirirdi. Bu hanım sahabe vefat ettiğinde, Resulullah (sav) kendi hırkasını ona kefen yapıp gözyaşı döktü. Sahabeler şaşkın gözlerle bakınca buyurdu.
"Amcam beni yanına aldığı zaman, himayeye muhtaç bir çocuktum. Yengem, kendi çocuklarından önce beni doyururdu. Kendi çocuklarından önce benim saçlarımı tarardı. O benim ikinci annemdi."
Koruyucu Amca Vefat Etti
Ebu Talib, oğlu Hz. Ali'nin Müslüman olduğunu duyunca Peygamber Efendimizin yanına geldi. Resulullah (sav), amcasına Allah'ın elçisi olduğunu ve bütün insanlara peygamber olarak gönderildiğini söyledi. Buyurdu ve amcasını da İslam'a davet etti. Fakat Ebu Talib, muhtemelen Kureyş nezdinde itibarını düşünerek, dedi. "Aynı zamanda bu din, İbrahim'in de dinidir." "Ben atalarımın dininden dönmeyeceğim"
Bununla birlikte yaşadığı sürece oğlu Ali'ye Hz. Peygamber'in yanında olmasını, desteklemesini söyledi. Ebu Talib kendisinin atalarının dinini bırakmayacağını ama ömrünün sonuna kadar yeğenini koruyacağını belirtti. Ehli sünnet inancına göre, Müslüman olmamakla O'nu desteklemiş, müşriklere karşı korumuştur.
Ebu Talip ölünce Kureyş müşriklerinden biri, Resulullah'a gelerek üzerine toprak attı. Resulullah (sav) evine döndü. Kızlarından biri geldi. Ağlayarak yüzündeki toprakları silmeye başladı. Hz. Peygamber (sav) bunu görünce, şöyle dedi:
"Yavrucuğum, ağlama! Allah mutlaka babanı koruyacaktır.
Allah Resul’ünün En Büyük Destekçisi: Hz. Hatice
Hz. Hatice, Ebu Talib'in ölümünden çok kısa bir süre sonra vefat etti. Amcasından sonra sadık ve vefakâr eşini de kaybetmesi Allah Resulü'nü derinden üzdü.
"Yâ Resûlallah! İşte şu uzaktan sana doğru gelen Hatice'dir.
Yanında içinde yemek bulunan bir kap var. Yanına geldiği zaman, ona Rabbinden ve benden selâm söyle! Cennette inciden yapılmış bir sarayın kendisine verileceğini müjdele ki, onun içinde ne gürültü patırtı vardır ne de çalışmak çabalamak."
Resulullah Hz. Hatice için "Kendi zamanındaki kadınların en hayırlısı İmran’ın kızı Meryem'di. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hatice'dir.
Peygamberimizin Hz. Âişe ile Nişanlanması
Hz. Hatice Validemizin vefatı ile Resûl-i Kibriyâ Efendimizin aile hayatında bir boşluk meydana gelmişti. Hem Efendimiz hem de sahabîler bu durumun farkında idiler.
Bir gün, Osman bin Maz'un Hazretlerinin hanımı Havle Hâtun, Habib-i Kibriyâ Efendimizin huzuruna geldi ve
"Yâ Resûlallah! Evlenmek ister misin?"
"Kiminle?"
"Ebû Bekir'in kızı Âişe veya Sevde bint-i Zem'a ile."
"Git, benim için ikisi hakkında da konuş!"
Bunun üzerine, Havle Hâtun doğruca Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Peygaberin isteğini anlattı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir; Hz. Âişe'yi Resûl-i Kibriyâ Efendimize Şevvâl ayında nişanlayıp nikâhladı. Ancak düğün, sonraya bırakıldı.
Efendimizin 2.Hanımı Hz. Sevde ile Evlenmesi
Bundan sonra, Havle Hâtun, Sevde bint-i Zem`a`ya gitti.
Hz. Sevde, Sekrân bin Amr'ın zevcesi idi. İlk Müslüman kadınlardandı ve kocasıyla birlikte Habeşistan'a hicret etmişti.
Daha sonra Mekke'ye dönmüşlerdi. Mekke'ye döndüklerinde Hz. Sevde bir gece rüyâsında ayın süzülüp üzerine iniverdiğini görmüştü. Bunu kocasına anlatınca da şu karşılığı almıştı:
"Eğer rüyân doğru ise, ben yakında öleceğim. Benden sonra da sen Resûlullah ile evleneceksin."
Hakikaten de kısa bir zaman sonra Sekrân, hastalanıp vefat etmişti. Böylece, Hz. Sevde de dul kalmıştı.
Peygamberimizin gönderdiği Havle Hâtun kendisine,
"Resûlullah beni, sana dünürlük için gönderdi." deyince, Hz. Sevde son derece sevindi. O sıralarda Hz. Sevde 55 yaşlarında idi.