PEYGAMBER TAİF'TE
Resûl-i Kibriya Efendimiz Hz. Zeyd bin Hârise ile birlikte, gizlice Mekke'den ayrılarak Tâif'e vardı. Orada Sakif Kabilesi ileri gelenleriyle görüşmeye başladı. Onları İslâm dinine dâvet etti. Ancak, kaldığı on gün zarfında hiçbir müspet netice elde edemedi. Üstelik hakaret ve istihza ile mukabele gördü.
Reislerinden biri,
"Allah, peygamber göndermek için senden başka kimse bulamadı mı?" diyecek kadar küstahlıkta ileri gidip mübarek kalplerini teessüre boğdu.
Beldelerinde misafir olarak bulunan Cihan Peygamberine ayak takımını, sokak gençlerini ve kölelerini kışkırtarak saldırttılar.
Gözü dönmüş, kendini bilmez küstahlar, yolun iki tarafında sıralanarak Kâinatın Efendisi ve Hazret-i Zeyd'i taşa tuttular. Resûlullahın mübarek ayakları kana bulandı. Öyle ki, isabet eden taşların açtığı yaraların acısı yürümeye engel olur hâle geldi.
Resûl-i Ekrem, zaman zaman oturmak zorunda kaldı. Ama bu vicdansızlar, her seferinde onu zorla ayağa kaldırarak, yeniden yaralı ayaklarını taş yağmuruna tutuyorlardı. Ayak takımı, Peygamber Efendimizi ızdırap içinde bırakırken, taşlarıyla beraber kahkahalar da savuruyorlardı.
Hz. Zeyd, hayatını hiçe sayarcasına vücudunu Resûl-i Kibriya’ya siper etmişti. Şirk ehlinin elinden çıkan taşların ona ulaşmasına mâni olmaya çalışıyordu. Ama nafile idi. O da kan revan içinde kaldı.
Resûl-i Ekrem, bu adice saldırıdan ancak kendini bir bağa atmakla kurtarabildi. Bağın sahipleri kendilerine uzaktan akraba sayılan Utbe ve Şeybe bin Rabia adında iki kardeşti.
Resûl-i Ekrem bitkin bir vaziyette kendisini bir asmanın altına attı. İnsanlığı utandıracak bu âdice saldırının tesirinden biraz olsun kurtulduktan sonra, şu hazin münacatta bulundu:
"Allah'ım! Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hakir görüldüğümü ancak sana arz eder, sana şikâyet ederim."
"Ey merhametlilerin merhametlisi olan Allah! Herkesin hakir görüp de dalına bindiği, çaresizlerin Rabbi ancak Sensin. Benim Rabbim de ancak Sensin. Sen, beni kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar merhamet sahibisin."
"Allah'ım! Yeter ki, senin gazabına uğramayayım. Ne çekersem ona katlanırım. Fakat senin af ve mağfiretin bunları bana yaptırmayacak kadar geniştir."
"Allah'ım! Senin gazabına uğramaktan, İlahi rızandan uzak durmaktan, Senin o zulmetleri aydınlatan ve ahiret işlerini yoluna koyan İlahi nuruna sığınırım!"
"Allah'ım! Sen razı oluncaya kadar, affını dilerim! Allah'ım! Her kuvvet, her kudret ancak seninle kâimdir!.."
Köle Addas
Bağ sahipleri, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin maruz kaldığı Şen’i ve menfur saldırıyı uzaktan seyretmişler ve acıma duyguları harekete geçmişti. Köleleri Addas'la Efendimize biraz üzüm göndererek ikramda bulundular.
Addas tabak içindeki üzümü alıp Peygamber Efendimize getirdi. Resûl-i Ekrem üzümü, "Bismillah" diyerek alıp yemeğe başlayınca Addas'ın dikkatini çekti. Kendi kendine,
"Vallahi, bu sözü, bu beldenin halkı bilmezler ve söylemezler." dedi.
Fahr-i Âlem Efendimiz,
"Ey Addas, sen hangi dindensin?" diye sordu.
Addas,
"Ninevalıyım ve Hristiyanım." cevabını verdi.
"Demek, sen o Salih kişi Yunus İbn-i Mettâ'nın hemşehrisisin?"
"Sen, Yunus İbn-i Mettâ'yı nereden biliyorsun?"
"O, benim kardeşimdir. O bir peygamberdi. Ben de peygamberim."
Bunun üzerine, Addas kendisini tutamadı ve Resûlullah Efendimizin başını, ellerini ve ayaklarını öptü. Manzarayı uzaktan seyreden bağ sahiplerinden biri diğerine,
"Senin adamın, gözünün önünde kölenin itikadını bozdu." dedi.
Addas, yanlarına dönünce de ikisi birden ona çıkıştılar:
"Yazıklar olsun sana, Addas! Sen bu adamın başını, ellerini ve ayaklarını nasıl öptün?"
Addas'ın efendilerine cevabı ise şu oldu:
"Yeryüzünde, bu zattan daha hayırlı bir kimse yok! Bana bir şey bildirdi ki, onu ancak bir peygamber bilebilir."
Peygamberimiz (s.a.v.)'in Şefkat ve Merhameti
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bağdan ayrılıp düşünceli düşünceli ve Sakif Kabilesi ile Tâiflilerden maksadına muvafık bir netice alamamanın teessürü içinde yoluna devam etti.
Mekke'ye iki konaklık bir mesafe kalmıştı ki, zatını bir bulutun gölgelemekte olduğunu gördü. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Hz. Cebrail’i fark etti. Cebrâil (a.s.) seslendi:
"Şüphesiz Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin."
O anda görünen dağlar meleği de emrine âmade olduğunu ve istediği takdirde Ebû Kubeys ile Kuaykıan dağlarını müşriklerin üzerine kapanırcasına birbirine kavuşturabileceğini söyledi.
Fakat, şefkat ve merhamet kaynağı Resûl-i Ekremin arzusu başka idi. Dağlar meleğine şu cevabı verdi:
"Hayır, ben böyle bir şey istemem. İstediğim tek şey, Hak Teâlâ'nın bu müşriklerin sülbünden, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır."
Cinler de Peygamberimizi Dinliyor
Peygamber Efendimiz, Taif'ten dönüşünde Mekke'ye varmadan Nahle adlı mevkide bir müddet istirahat etti. Namaza durduğu bir sırada Nusaybin cinlerinden bazıları oradan geçerken, Efendimizin okuduğu Kur'ân'ı duyunca, durarak dinlediler ve orada Müslüman oldular. Sonra da kavimlerine dönerek onları imana davet ettiler.
Kur'ân-ı Kerim, bu hâdiseden bize şu şekilde haber verir:
"Hani, Kur’an’ı dinlemeleri için cinlerden bir topluluğu sana göndermiştik. Huzuruna geldiklerinde, birbirlerine 'Susun!..' dediler. Kur’an okunduktan sonra da inkâr ve isyandan sakındırmak üzere kavimlerine döndüler. 'Ey kavmimiz,' dediler. 'Biz Mûsâ'dan sonra indirilen, kendisinden önceki kitapları doğrulayan, hakka ve dosdoğru bir yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Sizi Allah'a çağıran peygambere uyun ve ona iman edin ki, Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve acı bir azaptan sizi korusun.'"
Mekke`ye Giriş
Peygamber Efendimiz, Taif dönüşü cinlerden bir grubun Müslüman olmasında sonra Batn-ı Nahle'de bir müddet ikamet ettikten sonra Mekke'ye yöneldi. Kureyş'in kendisini kolay kolay Mekke'ye sokmayacağını biliyordu. Bunun için o zamanın âdetine göre birinin himâyesi altına girmesi gerekiyordu.
Bu sebeple Hîrâ'ya varınca birini göndererek müşrik Mut'im bin Adiyy'in himâyesini istedi. Mut'im isteğini kabul etti ve oğullarını silahlandırarak, kendisi de beraberinde olduğu halde, Efendimizi Hira'dan alarak Mekke'ye getirdiler.
Müşrikler, Mut'im'in bu hareketine çok kızdılar, ama ses çıkarmadılar.
Fahr-i Âlem Efendimiz, müşriklerin kin saçan bakışları arasında Kâbe'yi tavaf etti, Harem-i Şerif'te iki rekât namaz kıldı ve oradan evine gitti.