HAYBER'İN FETHİ VE SONRASI
Hayber, sağlam yedi kaleye sahip bir şehirdi. Şam yolu üzerinde bulunan bu şehir, Medine'nin kuzey batısına düşüyor. Medine'den sürgün edilen Yahudilerin çoğu buraya yerleşmiş ve âdeta burayı Yahudiliğin bir nevi merkezi hâline getirmişlerdi.
Arabın en büyük ticareti Şam'la idi. Yahudiler ise, bu yol üzerinde bulunuyorlar ve burada bir güç, bir kuvvet olma istidadını gösteriyorlardı. Bu ise, İslâmî gelişme için bir tehlikeden başka bir şey değildi.
Medine'den Hareket
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, ashabına hazırlanmalarını emretti. Resûl-i Kibriyâ Efendimizin (a.s.m.) emri üzerine Müslümanlar derhal toplandılar. Sayıları 200'ü atlı olmak üzere 1.600 kişiyi buldu.
Peygamber Efendimiz Bir gece vakti Hayber önlerine vardı. Gece baskında bulunmak âdeti olmadığından sabahı bekledi.
Sabah olunca, Hayberliler, ellerinde ziraat âletleriyle tarlalarına gitmek üzere kalelerinden çıkınca karşılarında İslâm ordusunu buldular. Birden şaşırıp kaldılar ve "İşte Muhammed ve ordusu!" diye bağrıştılar. Sonra da telâş ve heyecan içinde gerisin geri kaçıp kalelerine sığındılar.
Çarpışma, Yahudilerin toplandıkları Natat Kalesinden mücahitlerin üzerine ok atılmasıyla başladı. Kalelerden atılan oklarla elli kadar mücahit yaralandı.
İkinci günü Resûl-i Ekrem Efendimizin emriyle İslâm ordusu karargâhını Reci' mevkiine nakletti.
Peygamber Efendimiz ve mücahidler her sabah silahlanarak Natat Kalesinin üst taraflarına geliyor, akşama kadar Yahudilerle çarpışıyor, akşamleyin ise tekrar Reci'e dönüyorlardı.
Allah’ın Aslanı Ali (R.A)
Bu arada Peygamber Efendimiz bir baş ağrısına yakalandı. İki gün mücahitlerin yanına çıkamadı. Ordunun başına önce Hz. Ebu Bekir'i görevlendirip Yahudilerle çarpışmaya gönderdi. Şiddetli çarpışmalar olmasına rağmen fetih gerçekleşmedi.
İkinci sefere ak sancağını Hz. Ömer'e verdi ve mücahitlerle birlikte çarpışmaya gönderdi. Yine fetih ona da nasib olmadı.
Yedi gün böylece devam etti. Bu arada, İslâm ordusu Mahmud bin Mesleme'yi şehid verdi.
"Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve Resûlü onu sever, o da Allah ve Resulünü sever. Allah, onun eliyle fethi gerçekleştirecektir."
Her bir mücahit aynı arzu, aynı heyecan, aynı ulvî duygular içinde merakla bekleşirken, sabah namazından sonra Hz. Resûlullah, "Ali nerede?" diye sordu.
Resûlullah Hz. Ali’ye;
"Allah, sana fetih nasip edinceye kadar çarpış. Sakın arkana dönme."
Yapılan teke tek vuruşmada, Yahudilerin en kuvvetli adamı olan Merhab, karşısında dayanamayıp, kafası Zülfikar’la ikiye bölünerek yere düştü.
Hz. Ali, Fetih gerçekleşinceye kadar da kale kapısını elinden düşürmedi. Fetih müyesser olduktan sonra Hz. Ali Hz. Ali kapıyı yere bıraktı. Sekiz kişi hep beraber sarıldıkları halde onu kaldırmaya muvaffak olamadılar.
Anlaşma
On günü bulan bir muhasara esnasında kalelerinin birer ikişer düştüğünü gören Yahudiler, çaresiz kalıp sulh istediler. Peygamber Efendimize şöyle bir teklif getirdiler:
"Biz mal mülk sahipleriyiz. Mülk bakımı ve işletmesini senden daha iyi bilir ve başarırız, bırak bizi Hayber topraklarında kalalım! "
Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) ve sahabeler burada duracak durumda değillerdi. Bakıp gözetmeye de müsait bulunmuyorlardı. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (a.s.m.), tekliflerini müsbet karşıladı
Hayber mahsullarının yarı yarıya bölüştürülmesi şartı ile onların tekrar yurtlarında kalmasına müsaade etti. Ancak bu anlaşma, istendiği zaman Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tarafından ortadan kaldırılabilecekti.
Harp sonunda 1.600 kişilik İslâm ordusunun yirminin üzerinde şehit vermiş olduğu görüldü. Yahudi ordusunda ölü sayısı ise 93'ü buluyordu. Hayberin fethi ile hemen hemen Arabistan'daki bütün Yahudiler İslâm devletine tâbi duruma gelmiş sayılıyordu.
Yahudilerin, Peygamberimiz (s.a.v.)'i Zehirlemeye Kalkışmaları
Peygamber Efendimizin Bütün iyi niyet ve güzel muamelesine rağmen, Yahudilerin İslam’a karşı gönüllerinde besledikleri kin ve düşmanlık ateşi bir türlü sönmüyordu.
Hayber fethedilmiş, Peygamberimiz (s.a.v.) ashabıyla birlikte istirahata çekilmişti. Meşhur Yahudi Sellam bin Mişkem'in karısı Zeynep Plân gereği bir dişi keçi kızarttı ve her tarafını tesirli bir zehirle zehirledi.
"Ey Ebû'l-Kasım! Bunu sana hediye ediyorum." diyerek Peygamber Efendimizin önüne koydu.
Kadın uzaklaşırken, Peygamber Efendimiz ve orada hazır bulunan sahabeler de ortaya konulan etten yemeye hazırlandılar. Resûl-i Ekrem, etin sevdiği kürek kısmından bir lokma aldı; fakat yutmadan sahabelere,
"Ellerinizi çekiniz! Şu kürek, etin zehirlenmiş olduğunu bana haber veriyor." buyurdu.
Sadece Bişr bin Bera Hazretleri ağzına aldığı lokmayı yutmuştu. Et öylesine zehirli idi ki Hz. Bişr, oturduğu yerde birden morardı ve ânında şehit oldu.
Efendimiz, bu tertibe âlet olan Zeynep’i huzuruna çağırdı. Zeynep suçunu itiraf etti. Peygamber Efendimizin, "Bunu neden yaptın?" sorusuna şu cevabı verdi:
"Eğer gerçekten bir peygambersen, sana haber verilecek; dolayısıyla zarar görmeyecektin. Eğer peygamber değil de bir hükümdarsan, kendimizi ve insanları senden kurtarmak için yaptım!"3
Bazı rivayetlerde, hiç kimseden şahsî intikam alma duygusu taşımayan Peygamberimiz (s.a.v.), kadını öldürmeyip af etmiştir. Bazı rivayetlerde ise onu öldürttüğünden bahsedilir.
Hayber'de Yasaklanan Şeyler
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hayber günü Müslümanlara dört şeyi yasakladı:
Esir alınan kadınlara dokunmayı.
Ehlî merkeplerin etlerini yemeyi.
Yırtıcı, azı dişli hayvanların etini yemeyi
Ganimet mallarının bölüştürülmeden satılmasını veya satın alınmasını.
Peygamberimizin Hz. Safiyye ile Evlenmesi
Hayber Fethinde esir alınanlar arasında Hz. Safiyye de bulunuyordu. Benî Nadir reisi Huyey bin Ahtab'ın kızı idi. Hayber Yahudileri reislerinden Rebi' bin Hukayk'ın oğlu Kinâne ile yeni evlenmişti. Hayber günü Rebî' öldürülünce dul kalmıştı.
Esirler toplandığı zaman Dihyetü'l-Kelbî, Resûl-i Ekrem Efendimize gelip bir cariye istemişti. Bunun üzerine Hz. Dihye, Hz. Safiyye'yi beğenip almıştı.
Fakat, ashabı kiram Hz. Safiyye'nin Hayber reisinin gelini ve Benî Nadir'in en şerefli bir aile kızı olduğunu düşünerek, bunu uygun görmedi. Hz. Resûlüllaha gelerek şöyle dediler:
"Yâ Resûlallah! Benî Kurayza ve Benî Nadirlerin reisi Huyey'in kızı Safiyye'yi Dihye'nin alması uygun değildir! Onu ancak sen almalısın?"
Bunun üzerine, Efendimiz, Hz. Dihye'ye başka bir kadın almasını emir buyurdu.
Hz. Safiyye'nin Tercihi
Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Hz. Safiyye'ye İslâmı anlattı ve şöyle buyurdu:
"Eğer Müslüman olursan, ben seni kendime zevce edineceğim. Şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni Azad ederim. Sen de gider kavmine kavuşursun!"
Hz. Safiyye, tercihini doğru yaparak;
"Yâ Resûlallah! Siz beni İslamiyet’e dâvet etmeden önce, konak yerine geldiğimde, Müslümanlığı arzulamış ve seni tasdik etmiş bulunuyordum. Yahudilikle benim hiçbir ilgim kalmamış ve ona artık ihtiyacım da yoktur. Hayber'de de artık ne babam ne de kardeşim vardır."
" Allah ve Resûlü, bana âzad edilmemden ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgilidir. Ben onları tercih ediyorum!"
Hayber'den Dönüşte Sabah Namazının Kaçırılması
Mücahidler bütün gece yol aldıkları için, bir nebze istirahat etmek maksadıyla Peygamber Efendimizin emriyle bir yerde konakladılar.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Sabah namazı vaktimizi kim bekleyecek, belki uyuyabiliriz." diye ashab-ı kirama sordu.
Hz. Bilâl ayağa kalkıp, "Ben beklerim yâ Resûlallah" dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimizle mücahitler uyudular.
O sırada Hz. Bilâl de namaza durdu. Uzun müddet namaz kıldı. Sonra çökmüş devesine yaslanarak sabah namazı vaktini gözlemeye başladı. Bu arada uykuya daldı.
Mücahidlerin "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi Râciun" demeleriyle ancak uyanabildi. Güneş doğmuş ve her taraf aydınlanmıştı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz telaşla, "Ey Bilâl! Nedir bu yaptığın bize?" diyerek sitem etti.
Hz. Bilâl, "Anam babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Senin ruhunu tutan Kudret, benim de ruhumu tuttu bırakmadı." deyince, Resûl-i Ekrem Efendimiz gülümseyerek,
"Doğru söyledin." buyurdu.
Sahabelerin uyuya kaldıkları vadiden çıkılınca, Peygamberimiz (s.a.v.), "Burası şeytanların eğleştiği bir vadidir." buyurdu ve abdest alınmasını emretti.
Peygamber Efendimiz onlara, "Sabah namazının sünnetini kılınız." buyurdu.
Sünnet kılındıktan sonra Peygamber Efendimiz (a.s.m.) imam olup namazı kıldırdıktan sonra, ashab-ı kirama döndü ve şöyle buyurdu:
"Herhangi biriniz, uyur veya unutuverir de namazını geçirirse, onu vaktinde kıldığı şekilde kılsın, kaza etsin." Fahr-i Kâinat Efendimiz, tekrar Medine'ye doğru yol aldı.