GÜNCEL

HENDEK SAVAŞI

 

 





Hicretin 5. senesi, 29 Şevval. Milâdî 24 Ocak 627.

Medine üzerine topluca yürüyüp, Hz. Resûlullah ve Müslümanların vücûdunu ortadan kaldırmak fikrini bu Yahudiler ortaya attılar. Zaten, Kureyş müşrikleri de böyle bir şeyi her zaman düşünüyor ve böyle bir teşebbüse her zaman hazır bulunuyorlardı. Bu şekilde beni nadir Yahudileri ile müşrikler birleşme kararı aldı.

 


Yahudilerin, Bile Bile Hakkı Gizlemeleri


Ebû Süfyân, onlara, "Ey Yahudi cemaati" dedi, "sizler, kendilerine ilk semavî kitap inmiş, ilim ehli kimselersiniz.

"Muhammed'le anlaşamadığımız meseleyi açıklığa kavuşturunuz. Bizim yolumuz mu, onun dini mi daha hayırlıdır?"

Yahudîler, "Allah için söylenecekse, siz hakka ondan daha yakınsınız." dediler

Hakkı bile bile gizliyorlardı. Bunun üzerine inen ayet-i kerimelerde meâlen şöyle buyuruldu:

"Görmedin mi kendilerine Tevrat'tan ilim verilen o kimseleri ki, Allah'tan başka ibâdet olunan bâtıl ilâhlara ve tâğuta iman ederler ve kâfirler için 'Bunların yolu müminlerin yolundan daha doğrudur' derler.

"Onlar Allah'ın lânetlediği kimselerdir. Allah'ın lânet ettiği kimseye ise artık hiçbir yardımcı bulamazsın.

Benî Nadir Yahudîleri, Mekkeli müşriklerden, beraber hareket etmek üzere söz aldıktan sonra Gatafanlarla da Hayber'in bir yıllık hurma mahsûlünü kendilerine vermek şartıyla anlaştılar.

Kureyş müşriklerinin sayısı 4.000 idi. Yahudîlerin teşvik ve kışkırtmalarıyla bir araya gelenlerin sayısı ise 6.000'di. Böylece düşman ordusunun sayısı 10.000'i buluyordu.


Hendek Kazma Fikri




Huzaâ kabilesi eskiden beri Resûl-i Ekrem Efendimizle dost geçinen bir kabile idi. Kureyş müşriklerinin ciddi bir hazırlık içinde bulundukları hakkındaki raporu, Medine'ye Peygamber Efendimize ulaştırdı.

Haberi alan Peygamber Efendimiz, vakit geçirmeden derhal Ashab-ı Kiramı toplayarak kendileriyle istişare etti.

Resûl-i Ekrem, "Medine dışında düşmanla çarpışalım mı? Yoksa Medine'de kalarak müdafaa savaşı mı yapalım?" diye sordu.

Görüşmeye sunulan bu teklifle ilgili muhtelif fikirler serdedildi.

Bu arada Selmanı Farisî"Yâ Resûlallah! Biz Fars toprağında düşman süvarilerinin baskınlarından korktuğumuz zamanlarda, etrafımızı hendeklerle çevirip savunurduk." diye konuştu.

Teklif hem Hz. Resûlullah, hem sahabîler tarafından makul karşılandı

 

Peygamberin Kayayı Parçalaması


Kazı işine bizzat Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) katılıyor, bir an evvel tamamlanması için Müslümanların şevk ve gayretlerini her zaman canlı tutuyordu.

Resûlullah Efendimize haber verdiler:

"Yâ Resûlallah! Karşımıza kazı esnasında ak bir kaya çıktı. Onu bir türlü parçalayamadık! Bu husustaki emriniz nedir?"

Peygamber Efendimiz, Selman-ı Farisî'nin balyozunu aldı"Bismillah" diyerek kayaya bir darbe indirdi.

Kayanın üçte birini yerinden kopardı ve "Allahü Ekber, bana Şam'ın anahtarları verildi! Vallahi, ben şu anda Şam'ın kırmızı köşklerini görüyorum." buyurdu.

Sonra, yine "Bismillah" deyip kayaya balyoz ile ikinci darbeyi indirdi.

Kayanın üçte biri daha parçalandı. Yine, "Allahü Ekber, bana Fars'ın anahtarları verildi! Vallahi, şu anda ben, Kisra'nın Medâin şehrini ve onun beyaz köşklerini görüyorum" buyurdu.

Ondan sonra üçüncü defa yine, "Bismillah" deyip balyoz ile vurdu. Kayanın geri kalan kısmını da yerinden kopardı.

Yine, "Allahü Ekber, bana Yemen'in anahtarları verildi! Vallahi, şu anda ben, San'a'nın kapılarını görüyorum." buyurdu.

Resûl-i Kibriyâ Efendimizin, haber verdiği bütün bu fetihler Hz. Ömer ile Hz. Osman zamanında bir bir gerçekleşti.

Yorucu bir çalışma neticesinde, hendek kazı işi altı gün sürdü. Hendek beş arşın derinliğindeydi. Genişliği ise, en namlı süvarilerin dahi kolay kolay atlayıp geçemeyeceği kadardı. Sadece bir tek yeri aceleye geldiğinden dar kalmıştı. Oradan atlılar geçebilirdi. Bu sebeple Peygamber Efendimiz orası hakkındaki endişesini şöyle açıkladı:

"Müşriklerin buradan başka bir yerden geçip gelebileceklerinden korkmuyorum!"

Resûl-i Ekrem, çarpışma boyunca bu dar kısmı nöbet tutturup bekletecektir. İslâm ordusu 3000 kişiden ibaretti. Bu, sayı bakımından düşman ordusunun üçte biri demekti. Hendek, henüz yeni bitmişti ki, ovayı düşman çadırlarının kapladığı görüldü.

 

Benî Kurayza'nın Anlaşmayı Bozması




Hz. Ömer, Resûlullahın huzuruna çıktı:

"Yâ Resûlallah," dedi, "aldığım habere göre, Benî Kurayza Yahudileri anlaşmayı bozmuşlar ve düşmana yardım kararı almışlar."

Üzülen Efendimizin dudaklarından şu cümleler döküldü:

"Hasbünallahü ve ni'melvekîl (Allah bize yeter, O, ne güzel vekildir.)

Artık Medine çepe çevre düşman tarafından sarılmış demekti. Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı Kerimde, bu hususa şöyle işaret buyurur:

"O vakit düşman orduları size hem yukarıdan hem de aşağıdan saldırmışlardı. Öyle ki, onların dehşetinden gözler yılmış, yürekler ağzına gelmişti."

Kurayzaoğullarının, Medine'ye geceleyin baskında bulunma ihtimaline karşı  Beş yüz civarında mücahidi Medine'ye gönderip şehri koruma altına alan Resûl-i Kibriyâ Efendimizin kendisi de geceleri, düşmanın oradan geçebileceği düşüncesiyle hendeğin en dar yerini bizzat bekliyordu.

 

 

Münafıkların Hendekten Dağılmaları



Bazı kimseler Resûl-i Kibriyâ Efendimizin huzuruna çıkarak, "Evlerimiz Medine'nin dışındadır. Duvarları da alçak olup düşman ve hırsızlara açıktır" diyerek hendekten ayrılma müsaadesi istiyorlardı. Peygamber Efendimiz bunların bir kısmına müsaade etti. Aslında münafıkların maksadı böyle kritik bir anda ordudan ayrılarak Müslümanların maneviyatını bozmaktı.

Cenâb-ı Hak da indirdiği vahiyle onların, bu müsaade istemede samimi olmadıklarını şöyle açıklıyordu:

"Onlardan bir topluluk da 'Ey Yesrib ahalisi, burada tutunamazsınız; evlerinize dönün' diyordu. İçlerinden bir başka topluluk ise, 'Evlerimiz korunmasız' diyerek Peygamberden izin istiyordu; halbuki evleri korunmasız değildi. Onların firar etmekten başka bir niyeti yoktu."

 

Harbin Başlaması







Düşman, hendek arkasında çarpışmanın bir hayli zor olacağını biliyordu. Buna rağmen bütün hazırlıklarını tamamlayarak, var kuvvetiyle hücuma geçti. Fakat hendek, işlerini tahmin ettiklerinin de üstünde güçleştiriyordu. Hendeği bir türlü geçmek imkân ve fırsatını elde edemiyorlardı. Haliyle bu da ümitsizliğe düşmelerine sebep oluyordu

Düşman ordusu, hücumlarından bir netice elde edemediğini görünce Müslümanları muhasara altına almaya karar verdi. Zaten başka yapacak bir şeyleri de yoktu.

Bir ara düşman süvarilerinden birkaçı atlarını sürüp hendeğin bahsedilen dar yerinden Müslümanlar tarafına geçmeye muvaffak oldular ve kendileriyle dövüşecek er dilediler. İçlerinden en meşhuru Amr bin Abdi Vedd idi. Yalnız başına birçok topluluğu dağıtmış, cesur ve silahşörlükte mahir bir süvari idi.

Amr döğüşecek er dileyince, Hz. Ali, "Yâ Resûlallah, ona karşı ben çıkayım, müsaade eder misiniz?" dedi. Peygamber Efendimiz başta izin vermedi ama Hz. Ali ısrar edince izin verdi.

Efendimiz, "Yâ Rab! Amcam oğlu Ubeyde Bedir'de ve amcam Hamza Uhud'da şehit oldular. Yanımda bir amcazâdem Ali kaldı. Sen, onu muhafaza eyle. Ona yardımım ihsan eyle. Beni de yalnız bırakma."

Amr, "Sen kimsin?" diye sordu.

Hz. Ali, "Ben Ali'yim" diye cevap verdi.

Amr bu bıyıkları yeni terlemiş olan genci karşısında bulunca bir merhamet ve hafife alma tavrı takındı.

"Amcalarından senden başka daha yaşlı kimse yok mudurBen, senin kanını dökmek istemiyorum! Çünkü baban benim dostumdu." diye konuştu.

Hz. Ali'nin ise cevabı şu oldu:

"Vallahi, ben, senin kanını dökmek isterim."

Hz. Ali'nin sözleri Amr'ı çileden çıkarmaya yetmişti. Kılıcını sıyırıp atıyla onun üzerine yürüdü.

Hz. Ali, Amr'ın boyun köküne Zülfikârla şiddetli bir darbe indirdi. Amr'ın başı bir tarafa, gövdesi bir tarafa düştü.

 


Münafıklar Yine Sahnede


Münafıklar zümresi, Müslümanların maruz kaldıkları bu sıkıntı ve kıtlığı fırsat bilerek, onların maneviyatlarını bozucu telkinlerde bulunmaya başladılar:

" Korkudan abdest bozmaya bile gidemiyoruz! Va'dettiği nerede, biz nerede? Allah ve Resûlü, bize aldatıştan başka birşey va'detmiyor.

Münafıklar, tam tersine, Medine'yi çepe çevre saran düşman ordusunun, Kâinatın Efendisi Peygamberimizle Ashabı Kirâmın vücutlarını ortadan kaldıracağını sanıyorlardı; hatta bunu istiyorlardı. Böylece bu ağır imtihanda gerçek müminlerle münafıklar birbirlerinden ayrılıyorlardı.

Kur'an-ı Azimüşşanın konu ile ilgili şu âyeti ne kadar ibret vericidir:

"Yoksa, sizden evvelkilerin başlarına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle sıkıntılar ve musîbetler erişti, öyle sarsıntılara uğradılar ki, onlara gönderilen peygamber ve yanındaki ml’minler 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyecek hale geldiler. Haberiniz olsun, Allah'ın yardımı yakındır."

 


Düşmanda Yılgınlık


Muhasara uzadıkça uzuyordu. Müşriklerin baskın ve hücumları her defasında Müslümanlar tarafından püskürtülüyordu. Muhasaranın uzaması, her iki tarafı da büyük sıkıntı, açlık ve soğukla karşı karşıya bırakmıştı.  Bütün bunlar, düşman safında gevşekliğe, ümitsizliğe ve yılgınlığa sebep oldu.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, muhasaranın uzayıp gittiğini, soğuk, kıtlık ve açlığın her gün biraz daha arttığını ve Müslümanları bütün bütün sarstığını görünce, Gatafanlıların kumandanı Uyeyne bin Hısn ile Hâris bin Avf'a şu haberi gönderdi:

"Müslümanları muhasaradan vazgeçip, yurdunuza dönüp giderseniz, Medine'nin yıllık meyve mahsulünün üçte birini veririm."

Onlar ise, "Bize, Medine'nin yıllık hurma mahsulünün yarısı verilmelidir" dediler. Fakat, Peygamberimiz (a.s.m.) buna yanaşmadı. Bunun üzerine üçte bire razı oldular.

 


Muhasaranın Şiddetli Hücumu ve Kazaya Kalan Namazlar




Muhasaranın devamı sırasında bir ara düşman birlikleri Resulullahın çadırını şiddetli ok yağmuruna tutmuşlardı. Peygamber Efendimiz, üzerinde zırh, başında miğfer çadırının önünde duruyordu.

Çarpışma öylesine şiddetle devam ediyordu ki, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, o günün öğle, ikindi ve akşam namazlarını bile vaktinde kılma imkân ve fırsatını bulamadı.

Zatına eziyet ve hakaret edenlere bile bedduâ etmeyen Kâinatın Efendisi, namazlarını kazaya bıraktırdıklarından dolayı, onlara şöyle beddua etti:

"Onlar nasıl, güneş batıncaya kadar uğraştırıp, bizi, namazımızdan alıkoydularsa, Allah da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun."

Daha sonra, o günün öğle, ikindi ve akşam namazlarını Ashabıyla birlikte kaza etti. Her iki taraf da açlık, yorgunluk, soğuk ve netice alamamaktan gelen sıkıntılarla bunalmıştı.

Bu sırada henüz yeni Müslüman olmuş, fakat Müslüman olduğundan ne müşriklerin ve ne de kavmi olan Gatafanlıların haberi bulunmayan Nuaym bin Mes'ud, Peygamber Efendimizin huzuruna geldi. İslam’a kavuşmuş olmanın şükrünü, Müslümanlara bir hizmette bulunmakla ifa etmek istiyordu. Şu teklifte bulundu:

"Yâ Resûlallah! Ben Müslüman oldum. Kavmim olan Gatafanlıların bundan haberleri yok. Emret, istediğini yapayım." 

Peygamber Efendimiz, "Sen tek bir kişisin. Cesaretinle ne yapabilirsin ki? Maamafih yalnız başına da bir iş görebilirsin: Elinden gelirse bizi muhasara altına almış bulunan kavimlerin arasına gir de onları birbirinden ayırmaya çalış. Çünkü harp, hilelerden ibârettir."buyurdu.

Hz. Nuaym kendisinden istenen hizmeti kavramıştı. "Evet, ya Resûlallah! Bu işi yapabilirim. Fakat, gerektiğinde gerçeğe aykırı birş eyler söylememe izin vermelisin." dedi.

Peygamber Efendimiz, "İstediğini söyle, sana helâldir." buyurarak ona ruhsat verdi.

Hz. Nuaym, derhal yola koyuldu. Önce, Kurayzaoğullarının yanına vardı ve onları müşriklere yardımı etmeyi bıraktırmaya ikna etti

Benî Kurayza'nın yanından ayrılan Hz. Nuaym Kureyş müşriklerinin yanına gitti.

"Sizi ne kadar çok sevdiğimi bilirsiniz. Muhammed'den ayrı olduğum da malûmunuz. Öğrendiğim bir şeyi size söylemek zorundayım. Ama sır olarak saklayacağınıza yemin edin!" dedi.

"Yemin ederiz" dediler.

Hz. Nuaym;

"Kurayzaoğulları, Muhammed'le ittifaklarını bozduklarına pişman olmuşlardır. Aralarının tekrar düzelmesi için ileri gelenlerinizden birçok kimseyi sizden rehin isteyeceklermiş ve Muhammed'le tekrar barışmak için onların boyunlarını vuracaklarmış. Bununla birlikte Nadiroğullarının da tekrar yurtlarına dönmelerine müsaade alacaklarmış!"

"Şayet, Kurayzaoğulları, ileri gelen adamlarınızı rehin almak için size bir haber gönderirlerse, sakın ha eşrafınızdan bir tek kimseyi dahi göndermeyiniz."

Hz. Nuaym, bundan sonra kendi kabilesi olan Gatafanlıların yanına vardı ve şöyle dedi:

"Ey Gatafan topluluğu! Sizler benim kabilemsiniz. Bana en sevgili olan kimselersiniz. Yahudilerin sizlerle oldukları anlaşmayı bozduklarını ve Muhammed'le anlaşmak üzere olduklarını öğrendim. Benî Nadir'i Medine'ye kabul etme karşılığında, Benî Kurayzalılar onunla sulh edeceklermiş."

Hz. Nuaym, böylece, kendi kabilesini de söylediklerine inandırmayı başardı.

Hz. Nuaym'ın taktiği müsbet neticesini vermeye başladı.

Plân gereği, Benî Kurayza Yahudileri, müşriklerin ileri gelenlerinden rehin olmak üzere yetmiş kişi istediler. Onlar ise, bunu yine Hz. Nuaym'ın talimi üzere reddettiler. Haliyle bu durum aralarını açtı. Her iki taraf da "Demek Nuaym'ın söyledikleri doğruymuş" diyerek aralarındaki münasebetleri kestiler. Benî Kurayzalılar, aynı şekilde Gatafanlılardan da rehine istediler. Onlar da reddedince, plân başarı ile neticelenmiş oldu.

 


Son Çarpışma ve Allah'ın Nusreti




Müşrik ordusu son defa, var gücü ve bütün şiddetiyle hendeğin her tarafından hücuma geçti.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, ellerini açarak şöyle dua ediyordu.

"Ey Kitabı (Kur'an'ı) indiren, hesabı en çabuk gören, kavim ve kabileleri bozgunlara uğratan Allah'ım! Onlara karşı bizlere yardım et! Allah'ım Sen bu bir avuç Müslümanın helâkını dilersen, artık Sana ibadet edecek kim kalır?"

Gecenin karanlığında Hz. Cebrail (a.s.), gelerek Peygamber Efendimize düşman ordusunun bir rüzgâr ile perişan edileceğini müjdeledi. Müjdeyi alan Resûl-i Ekrem iki dizi üzerine çöktü, ellerini kaldırarak nusretini ulaştıran Cenâb-ı Hakka şükrünü şöyle takdim etti:

"Bana ve Ashabıma merhametinden dolayı, sana hadsiz şükür ve hamd olsun Allah'ım."

 

 

Müşrikler Perişan Oluyor

 

Cumartesi gecesi idi. Geceyle birlikte, müşrik ordusunun bulunduğu sahada dondurucu bir rüzgâr gürlemeye başladı. Müşriklerin gözleri toz ve toprakla doldu. Kap kaçaklar uçuşuyor, gözler birbirini göremiyordu.

Askerlerden önce, komutan Ebû Süfyan devesine atladı ve "Hemen göç ediniz, işte ben gidiyorum!" diyerek Mekke'ye doğru yola koyuldu.  Süratle toparlanıp Mekke yolunu tutmaktan başka yapabilecekleri hiçbir şey kalmamıştı. Öyle de yaptılar.

Peygamber Efendimiz ve Müslümanlara yapılan bu İlâhî yardımdan Kur’an’ı Kerimde şöyle bahsedilir:

"Ey iman edenler! Hatırlayın, Allah'ın size olan nimetini ki, düşman orduları size saldırdığında, biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. O zaman Allah sizin yaptıklarınızı görüyordu."

 

Zafer Müslümanların


Bir ay kadar süren çetin bir çarpışma ve muhasara, böylece, Allah'ın yardımıyla sona ermişti. Gerisin geri dönen müşrik ordusunda hâkim hava ümitsizlik, keder ve üzüntü iken, müminler arasında tam bir bayram havası yaşanıyordu.

Hz. Resûlullahın şu müjdesi ile sevinçlerini kat kat arttırıyordu:

"Bundan sonra biz gidip onlarla çarpışacağız. Artık onlar, gelip bizimle çarpışamayacaklar."

Bu muharebede mücahitler yedi şehit vermişlerdi. Kâfirlerden ise dört ölü vardı. Şehit olan Sahabelerin hepsi de Ensardandı