GÜNCEL

HZ. ÂİŞE’YE ATILAN İFTİRA

  



 

 

Hz. Âişe'den (r.a.) öğrendiğimize göre, Resûlullah (a.s.m.) herhangi bir sefere çıkacakları zaman Ezvâc-ı tâhirat arasında Kur'a çeker, kime düşerse onu beraberinde götürürdü. beni müstalık gazasında ise Kur'a Hz. Âişe Validemize çıkmıştı.






Hz. Âişe Validemiz şöyle anlatmıştır:

"Resûlullah (a.s.m.) Benî Müstalık gazâsından dönüyordu. Medine'ye yaklaştığımızda bir konak yerine indi. Gecenin bir bölümünü orada geçirdi. Sonra göç edilmesini emretti."

"Hareket emri verildiği zaman, ben kalkıp ihtiyacımı gidermek için yalnız başıma ordudan ayrılıp gittim. Kazâ-yı hâcet ederek dönüp bindiğim devemin yanına geldim. Göğsümü yokladığımda, Yemen göz boncuğundan dizilmiş gerdanlığımın kopmuş olduğunu farkettim. (Bu gerdanlığı annesi Ümmü Rumân düğün hediyesi olarak takmıştı.)

Dönüp gerdanlığımı aramaya koyuldum. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. yolda bana hizmet edenler gelip hevdecimi yüklemişler, bindiğim deveyi de hareket ettirmişlerdi. Onlar beni hevdeç içinde sanıyorlarmış."

"Gerdanlığımı, ordu ayrılıp gittikten sonra buldum. Hemen dönüp ordugâha geldim. Fakat onlardan kimseyi bulamadım. Çarşafıma bürünü yanımın üzerine uzandım. Hevdeç'te beni bulamayınca, aramak için yanıma gelirler sandım."

"O sırada gözlerimi uyku bürüdü, uyumuş kalmışım."

 

"Safvan bin Muattal, ordunun arkasına kalır, halkın mallarını araştırır, bir şey kalmışsa, kaybolmamak için alıp diğer konak yerine götürürdü."

"Safvan, beni görür görmez tanımış. Çünkü, bize hicâb âyeti inmeden evvel, onun beni görmüşlüğü vardı."

"Hemen onun sesine uyandım. Çarşafımla yüzümü örtüp büründüm."

"Bundan sonra Safvan, devesini indirdi. Ben de hemen kalkıp deveye bindim. Kendisi de devenin başını, yularını çekerek askere yetişmek için süratle ilerlemeye başladı.

Nihayet asker, konak yerine inip yerleştiği sırada idi ki Safvan'ın, devemin yularını çekerek konak yerine getirdiği görüldü."

 

Başmünafık Yine Harekete Geçiyor

 



Safvan bin Muattal, Hz. Âişe Validemizi deve üzerinde getirirken, münafıkların başı Abdullah bin Übeyy'le karşılaşmışlardı.

Abdullah bin Übeyy, "Bu kimdir?" diye sordu.

"Âişe'dir." dediler.

başmünâfık bu masum hâdiseyi diline dolamak istedi. Bu meş'um niyetini hemen orada izhar etti:

"Vallahi" dedi, "ne Âişe, o adamdan dolayı kurtulur, ne de o adam, Âişe'den dolayı kurtulur." Daha bir sürü alçakça laf etti.

Abdullah bin Übeyy bin Selûl, bunu bir ganimet bilmiş ve diline dolayarak Hz. Âişe Vâlidemize şen'ice iftirada bulunmuştur.

 

Hz. Âişe Söylenenlerden Uzun Müddet Habersizdi



Münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy'in başlattığı, Hassan bin Sabit, Mistah bin Üsâse, Hamne binti Cahş ve halktan bazı saf Müslümanların, münâfıkların tuzağına düşerek etrafa yaydıkları iftira hâdisesinden Hz. Âişe'nin uzun bir müddet haberi olmamıştı.

Bu hususu Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatır:

"Medine'ye gelince ben, çok geçmeden ağır bir hastalığa [humma] tutuldum. Bir ay çektim.

"Yalnız hastalığımda beni şüphelendiren bir husus vardı: Nebî'den (a.s.m.) daha önce hastalandığım zamanımda görmüş olduğum lütuf ve şefkati bu hastalığım esnasında görmüyordum. Ve adımı bile zikretmeden 'Hastanız nasıl?' diyor ve bununla iktifa ediyordu. Benim, iftiracıların uydurduklarından hiç haberim yoktu."

Söylenenleri Hz. Resûlullah, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Âişe'nin anneleri duymuş olmasına rağmen, Hz. Âişe'ye bir şeyden bahsetmiyorlardı.

 

Peygamberimiz (s.a.v.)'in Hitabesi

 

Böylesine haince ve sinsice plânlı bir iftiranın halk arasında yayılması, kendisini son derece üzmüştü. Bu, Hz. Âişe'ye karşı ister istemez tavrını değiştirmesine sebep olmuştu. Nitekim, mescidde irad ettiği hutbede bunu açıkça ifade ediyordu:

 

"Ey Müslümanlar cemaati! Âilem aleyhindeki iftirasıyla beni üzüntüye düşüren bir şahsa karşı bana kim yardım eder? Halbuki, vallahi ben, ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. İftiracılar öyle bir adamın ismini de ileri sürdüler ki, ben onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum."

 

Peygamberimiz (s.a.v.)'in, Hz. Âişe ile Konuşması



Hz. Aişe'ye iftira edilişin üzerinden bir ay gibi uzun bir müddet geçmiş olmasına rağmen, Resûl-i Ekrem Efendimize (a.s.m.) bu hususta herhangi bir vahiy inmedi. Mescidde ashabına irad ettiği hitabesinden birkaç gün sonra Hz. Ebû Bekir'in evine vardı.

Selâm verdikten sonra, Hz. Âişe'nin yanına oturdu ve şöyle dedi:

"Ey Âişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu isnadlardan uzak isen, yakında Allah, seni onlardan beri ve uzak tuttuğunu açıklar. Yok eğer böyle bir günaha yaklaştınsa, Allah'tan af dile ve Ona tövbe et! Çünkü kul, günahını itiraf ve sonra da tövbe edince, Allah da ona afv ile muamele buyurur."

 

Hz. Âişe 


Şehâdet getirip, Cenâb-ı Hakka hamd ve senâda bulunduktan sonra, 

 

"Vallahi," dedi. "Ben anladım ki, siz halkın yaptığı dedikoduyu işitmişsiniz. Hatta, onlara inanmış gibisiniz! Şimdi, ben, size o kötülükten uzağım, desemki Allah biliyor, uzağımdır beni doğrulamazsınız!"

 

"Farazâ, ben, kötü bir iş yaptım(!) desem ki Allah biliyor, ben böyle bir şeyden uzağım siz, beni hemen tasdik edersiniz!"

 


Peygamberimiz (s.a.v.)'e Vahyin Gelişi

 


Peygamber Efendimize hemen orada vahiy geldi. Hz. Âişe o ânı da şöyle anlatır:

"Resûlullahı, vahyin ağırlığı ve şiddetinden terlemek gibi vahiy alâmetleri bürüdü. Nitekim, vahiy sırasında kış günleri bile kendisinden inci tanesi gibi ter dökülürdü.

"Resûlullahın (a.s.m.) üzerine elbisesi örtüldü. Başının altına da deriden bir yastık konuldu.

"Vallahi, ben ne korktum ne de aldırış ettim. Çünkü, o fenalıktan uzak olduğumu ve Allah Teâlâ’nın bana zulmetmeyeceğini biliyordum.

Vahiy hâli, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin üzerinden kalkınca, sevincinden gülüyordu. Hz. Âişe'ye,

 

"Müjde ey Âişe! Yüce Allah, seni kesin olarak tebrik etti! Yapılan iftiradan beri ve uzak kıldı." dedi. 

 

Hz. Ebû Bekir de son derece sevindi. Yerinden kalkıp kızı Hz. Âişe'nin başını öptü.

 

İnen Âyetler


Cenâb-ı Hak, konu ile ilgili olarak Resûlüne indirdiği ayet-i kerimelerde şöyle buyurdu:

 

"İftirâyı atanlar, içinizden bir zümredir. Bunu sizin için bir şer saymayın. Aslında bu sizin için bir hayırdır; böyle imtihanlar sizin sevaba erişmeniz için birer vesile teşkil eder. İftira atanların her birinin, o günahtan kazandığı bir hisse vardır. Onlardan günahın büyüğünü üzerine alan kimse için ise pek büyük bir azap vardır."

"O iftirayı işittiğinizde, ml’min erkeklerin ve ml’min kadınların, kendileri hakkında hayır düşündükleri gibi ml’min kardeşleri hakkında da hayır düşünerek, 'Bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi?"

"Bu iftirayı ispat etmek için dört şâhit getirmeli değiller miydi? Madem şâhit getirmediler; o halde Allah katında onlar yalancıların ta kendileridir."

"Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lûtuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, içine daldığınız şey yüzünden size pek büyük bir azap dokunurdu."

"O zaman siz o iftirayı dilden dile naklediyor ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağzınıza alıp söylüyor, bunu da basit bir iş sayıyordunuz. Halbuki o, Allah katında pek büyük bir günahtır."

"Gerçek müminlerseniz, Allah size bir daha böyle bir günaha aslâ dönmemenizi öğüt veriyor. Ayetlerini de Allah size böylece açıklıyor, Allah her şeyi hakkıyla bilen, her işi hikmetle yapandır.

Böylece Cenap-ı Hak vahiy ile Hz. Âişe hakkında söylenenlerin bir iftiradan ibaret olduğunu haber vererek, hem Resûlünün temiz ruhunu ve pâk vicdanını üzüntüden kurtardı

 

İftiracıların Cezaya Çarptırılmaları


Resûl-i Ekrem Efendimiz, konu ile ilgili vahiy geldikten sonra çıkıp halka bir hutbe irâd etti. Sonra da gelen Kur’an ayetlerini onlara okudu.

Bilâhare, yapılan iftirayı dilleriyle yaymakta en çok ileri giden Mıstah bin Üsâse, Hassan bin Sâbit ile Hamme binti Cahş'a had vurulmasını emretti. İftiracılara had olarak seksener kamçı vuruldu.