GÜNCEL

HİCRET

 




Hicret gecesi, Resûlullâh, daha hane-i sadetlerinden çıkmadan müşrikler evin etrafını sarmışlardı. Fakat Allah’a tevekkül ve teslimiyeti sonsuz olan Hz. Peygamber’de hiçbir tereddüd, endişe ve telâş emaresi görülmüyordu.

Efendimiz, mübarek ellerine bir avuç toprak alarak müşriklerin üzerine serpti ve Yasin Suresi’nin şu ayet-i kerimelerini okuyarak aralarından süzülüp geçti:

“Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelerine kadar dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar. (Ayrıca) önlerinden ve arkalarından birer set çektik de onları sardık; artık göre­mezler!” (Yâ-sîn, 8-9)

Göremezlerdi elbette! Çünkü onların kalplerinin körlüğü gözlerini âmâ etmişti, Tabiî ki, kör kalplerin ve gözlerin Nur’u görmesine imkân yoktu. Nitekim gör­mediler de!..

Bir kimse müşriklerin yanına gelip onlara:

“−Siz burada neyi bekliyorsunuz?” diye sordu.

Onlar:

“−Muhammed’i bekliyoruz!” dediler.

Bunun üzerine o şahıs:

“–Allah sizi umduğunuza erdirmesin! Vallahi Muhammed çıkmış ve başınıza toprak saçıp gitmiş!” dedi.

Müşrikler ellerini başlarının üzerine sürdüklerinde, toprak içinde kaldıklarını gördüler. Hemen içeriye baktılar. Peygamber Efendimiz ‘in döşeğinde birisinin uyumakta olduğunu gördüler:

“−İşte Muhammed! Örtüsüne bürünmüş uyuyor!” dediler.

Hemen yatağa doğru yürüdüler. Yataktaki zât doğrulup onlara bakınca müşrikler şaşkınlıktan donakaldılar, gözlerine inanamadılar! Zira karşılarındaki Allah’ın Resulü değil, Hz. Ali idi!

Kendi kendilerine:

“−Vallahi, adamın bize söylediği doğru imiş!” dediler.

Kureyş müşrikleri, Hz. Ali’ye öfkeyle:

“−Amcanın oğlu nerede ey Ali!?” diye bağırdılar.

Hz. Ali:

“−Bilmiyorum, bu hususta bir fikrim yok! Hem O’nun üzerinde gözcü de değilim! Siz O’na Mekke’den çıkıp gitmesini söylediniz! «Bizden ayrıl, git!» dediniz. O da çıkıp gitti.” dedi.

Bunun üzerine müşrikler Hz. Ali’yi azarladılar ve tartakladılar; hattâ Mescid-i Harâm’a götürüp bir süre hapsettikten sonra bıraktılar. (İbn-i Hişâm, II,)

Kalpleri kilitli ve hakikate âmâ olan bedbahtlar, hâne-i saâdetin etrâfında çirkin bir niyetle beklerlerken, Allâh Resulü, ilâhî emniyet içinde, çoktan Hz. Ebubekir’in evine varmıştı.

 

 

Peygamberin Yol Arkadaşı


Evinden çıktıktan sonra Hz. Ebubekir’in hanesine gelen Allâh Resûlü, o kabul etmese de kendisi için hazırlanan devenin parasını verdi. Hz. Ebubekir’le beraber, evin arka tarafından çıktılar. Develeri birkaç gün daha burada kalacaktı.

Yine ince bir tedbir olarak Medine’nin aksi istikâmetine doğru yola revan oldular.

Hz. Ebubekir, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in kâh önünde, kâh arkasında yürüyordu. Allâh Resulü onun bu hareketini fark edince:

“−Ey Ebubekir, niçin böyle yapıyorsun?” diye sordu.

Hz. Ebubekir:

“−Yâ Resûlallâh! Sizin hakkınızda endişe ettiğim için böyle yürüyorum!” dedi.

 

Nihâyet Sevr Mağarası’na ulaştılar.

Sıddık-ı Ekber Hazretleri:

“−Yâ Resûlallâh! Ben mağarayı temizleyinceye kadar, siz burada bekleyin!” dedi ve mağaraya girdi. Mağaranın içini temizleyip haşerat deliklerini kapattıktan sonra:

“−Artık gelebilirsiniz ey Allah’ın Resulü!” dedi. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 222-223)

Bu sırada müşrikler, Ebû Cehl’in başkanlığında Hz. Ebubekir’in evine gelmiş­ler, kızı Esma’ya babasını sormuşlar ve ondan “bilmiyorum” cevabını alınca, hırs ve hınçlarını, zavallı kızcağızı tokatlayarak çıkarmışlardı.


Mucize Sevr Mağarası 





Nitekim birtakım müşrikler, izleri takip ederek, Sevr Mağarası’nın ağzına kadar gelmişlerdi. Ancak baktılar ki, mağaranın ağzı hiç el değmemiş gibi örümcek ağları ile kaplı idi ve ayrıca bir güvercin yuvası vardı. Allah Teâlâ’nın emriyle mağaranın önünde Peygamber Efendimiz ‘in yüzünü örtüp göstermeyecek biçimde bir ağaç yetişti.

Müşrikler, Âlemlerin Efendisi’nin burada olabileceğine ihtimal vermeyerek geri döndüler. Bütün bunlar olurken, mağaranın içinde Hz. Ebubekir korkmuştu; kendisi için değil, Allah Resulü Efendimiz için...

“–Eğer mağaraya girmiş olsalardı, güvercinlerin yumurtası kırılır, örümcek ağı da bozulurdu” diyorlardı.

Bazıları:

“−Mağaranın içine girip bakalım!” dedikleri zaman, Ümeyye bin Halef:

“−Sizin hiç aklınız yok mu? Mağarada ne işiniz var? Üzerinde üst üste, kat kat örümcek ağı bulunan şu mağaraya mı gireceksiniz? Vallahi kanaatime göre şu örümcek ağı, Muhammed doğmadan öncesine aittir!” dedi.

Ebû Cehil ise:

“−Vallahi, öyle zannediyorum ki, O yakınımızdadır! Fakat sihri ile gözlerimizi bağladı, görmez etti!” dedi.[7]

Bu esnada endişeye kapılan Hz. Ebûbekir Sıddîk, Resûlullâh’a hitaben:

“–Ben öldürülürsem, nihâyet bir tek kişiyim, ölür giderim. Fakat sana bir şey olursa, o zaman bir ümmet helâk olur.” diyordu.

Peygamberimiz ayakta namaz kılıyor, Hz. Ebubekir de gözcülük yapıyordu. Efendimize:

“–Şu kavmin Sen’i arayıp duruyorlar. Vallahi ben kendim için endişelenmiyorum. Fakat sana zarar vermelerinden korkuyorum.” dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz Yâr-ı Gâr’ına:

“–Ey Ebûbekir, korkma! Hiç şüphesiz Allâh bizimledir!” buyurdu. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 223-224; Diyarbekrî, I, 328-329)

Hz. Ebûbekir diyor ki:

“Biz mağarada iken müşriklerin ayaklarını görüyordum:

«–Ey Allâh’ın Resûlü, onlar ayaklarının aşağısına bir bakacak olsa bizi mutlakâ görürler!» dedim.

Bunun üzerine:

«–Ey Ebubekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne endişeleniyorsun?» buyurdu. (Buhârî, Fedâilü’l-Ashâb, 2, Menâkıb, 45; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 1)




Yılan Hikayesi



Sevr Mağarası’nda Allah Resulü, bir ara mübarek başla­rını Hz. Ebubekir’in dizlerine koyup hafif bir uykuya dalmışlardı. O esnada Hz. Ebubekir, mağarada kendilerine çok yakın bir yerde küçük bir delik gördü. Herhangi bir zararlı haşeratın çıkıp da Hz. Peygamber’i incitmemesi için hemen ayağını Allah Resul’ünü uyandırmadan o deliğin üzerine koydu.

Bir müddet sonra bir yılan, Hz. Ebubekir’in ayağını şiddetli bir şekilde ısırdı ve zehrini akıttı. O büyük sahibinin canı o kadar yandı ki, Resûlullâh uyanmasın diye hiç kı­pırdamadıysa da gözlerinden düşen birkaç damlaya mâni olamadı. Öyle ki, bu damlalar­dan bir tanesi Allah Resûlü’nün vech-i mübâreklerine düştü. Bunun üzerine uyanan Hz. Peygamber:

“–Ne var yâ Ebubekir? Ne oldu?” diye sordu.

Hz. Ebubekir:

“–Bir şey yok yâ Resûlallâh!” dediyse de Resûlullâh’ın ısrarı üzerine meseleyi anlatmak zorunda kaldı. (Beyhakî, Delâil, II, 477; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 223)

Allah Resulü, hemen mübarek tükürüklerini yılanın ısırdığı yere parmaklarıyla sürdüler. Allâh’ın lütfuyla daha o anda Hz. Ebubekir’in acı ve ıstırabı dindi, yarası şifa buldu.


Peygamberimiz Sevr Mağarası’nda Kaç Gün Kaldı?



Sevr Mağarası’nda misafir kaldıkları zaman zarfında Hz. Ebubekir’in kızı Esmâ yemek getirir; oğlu Abdullah ise babasının emri üzerine her gece mağarada onların yanında geceler, seher vakti yanlarından ayrılır, sanki Mekke’de gecelemiş gibi Kureyş müşrikleriyle sabahlardı.

Son derece zekî ve kâbiliyetli bir genç olan Abdullâh, gündüz de Kureyş müşriklerinin arasında bulunur, Peygamber Efendimiz hakkında söylenen şeyleri dinler, kurulan hîle ve tuzakları Varlık Nur’una haber verirdi.

Üç gündür Resûlullâh’ı arayan müşrikler, artık O’nu bulmaktan ümit kes­mişlerdi. Abdullah’tan, müşriklerin ümîdinin tükendiğini haber alan Resûlullâh, dördüncü gün kılavuzun getirdiği develere binerek yola koyuldular.

Nitekim bir defasında Hazvere bölgesinde durup Kâbe ve haremine yönelerek Mekke’ye hitâben şöyle buyurmuştu:

“Vallâhi sen, Allâh katında beldelerin en hayırlı ve en sevgili olanısın. Çıkarılmış olmasaydım, senden çıkmazdım.” (Ahmed, IV, 305; Tirmizî, Menâkıb, 68/3925)

Yüce Peygamber’in bu hüznüne, vahy-i ilâhî ile teselli geldi:

“Sana Kur’ân’ı (okumayı, teblîğ etmeyi ve ona uymayı) farz kılan (Allâh) Sen’i döneceğin yere döndürecektir.” (el-Kasas, 85)

 

Mekke ile Medine arası 400 küsur kilometrelik bir yoldur. O zamanlar deve yürüyüşüyle sekiz günde gidilebiliyordu. Yollar uzun, hava sıcak, kumlar alev alevdi ve mübârek kâfile, ilk yirmi dört saat hiç durmadan yollarına devâm etmişti.

Resûlullâh, Ebûbekir Sıddîk ve âzatlısı Âmir bin Fuheyre ile birlikte Abdullâh bin Ureykıt rehberliğinde yolculuk ettiler.



Sürâka Bin Mâlik’in (R.A.) Müslüman Olması



Mukaddes kâfileyi bir türlü bulamayan müşrikler, bulanlara büyük mükâfatlar va’detmişlerdi. Bu vaatlerle gözleri kamaşanlar da yollara düşmüştü. Sürâka bin Mâlik de bunlar­dandı.

Nitekim Sürâka uzun bir arayıştan sonra, Allah Resul’üne rast geldi. O’nu görür görmez atını hızlandırdı. Fakat birdenbire atının ayakları kumlara gömülüverdi. Kendisi de yere düştü.

Ne kadar uğraştıysa da kumdan çıkmaya ve Peygamber Efendimize doğru ilerlemeye muktedir olamadı. Bir hayli uğraştıktan sonra aklı başına geldi; nadim oldu. Allâh Resûlü’nün affına ilticâ etti. Hz. Peygamber de duâ buyurdular. Bu dua bereketiyle Sürâka’nın atı kumlardan kurtuldu. Bu mûcizeyi gören Sürâka’nın, o anda kalp âlemi değişti ve Resûlullâh’a samimi bir dost oluverdi. Kâfilenin yerini gizli tutmak niyetiyle geri döndü. O tarafa gelenleri de ya geri çevirdi ya da başka yönlere sevk etti. (Müslim, Zühd, 75)

Allâh Resûlü’nün şu müjdesi, Sürâka’nın âdeta kulaklarında çınlıyordu:

“–Ey Sürâka! Kisrâ’nın bileziklerini takınacağın, kemerini kuşanacağın ve tâcını giyeceğin zaman kendini nasıl hissedecek­sin?”

Hakîkaten İran fütûhâtında Kisrâ’nın bilezikleri, kemeri ve tâcı Medîne’ye getirildiği zaman, Hz. Ömer Sürâka’yı çağırıp bunları ona taktı ve:

“−Ey Sürâka! Ellerini kaldırıp: «Allâhu ekber! Hamd olsun o Allâh’a ki, bunları “Ben insanların Rabbiyim!” diyen Kisrâ bin Hürmüz’den çıkarıp Müdlicoğulları’ndan Sürâka bin Mâlik’e taktırdı!» de!” buyurdu. (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 332; İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 19)