YENİ İSLAM ŞEHRİ MEDİNE
Peygamber Efendimiz yıllarca Mekke halkını İslâm’a davet etmiş, ancak Mekkelilerin inatçı tutumu yüzünden büyük zorluklarla karşılaşmıştı. Ne vaki, onların bu tutumu İslâm Peygamberini vazifesinden alıkoyacak değildi. İslâm’ın nuru insanlığı aydınlatmaya devam edecekti. Bunun için Yüce Allah yeni bir ufuk açtı. İslâm’ın yayılması için daha elverişli bir çevre hazırladı. Bu çevre Medine idi.
Peygamberliğinin on birinci yılı Hac mevsiminde Hz. Muhammed (s.a.s.) Mekke dışına çıktı. Medine’den gelen altı kişilik bir toplulukla karşılaştı. Onlara Peygamber olduğunu söyledi. Kur’an okudu. Allah’ın emirlerini anlattı. Onları Müslüman olmaya davet etti.
Medineliler iyi düşünceli insanlardı. Peygamberimizin söylediklerinin akla uygun ve doğru olduğuna kanaat getirerek Müslüman oldular. Medine’ye dönünce orada İslâm’ın yayılmasına çalıştılar.
2. Akabe Biati
Medine’deki Müslümanlardan 75 kişilik bir grup Mekke’ye geldi. Bunların ikisi kadındı. Akabe denilen yerde Peygamberimizle görüştükten sonra 2. Akabe Biati gerçekleşti. Buna göre, Medineliler; kadınlarını, kızlarını nasıl koruyorlarsa Peygamberimizi de öyle koruyacaklarına söz verdiler. Hepsi ellerini peygamberimize uzatarak biat ettiler.
Bundan sonra Peygamberimiz aralarından 12 kişiyi temsilci seçmelerini istedi. Onlar da 12 kişiyi temsilci olarak seçtiler. Hepsi de Hz. Peygambere: “Darlık ve genişlik zamanında, her hal ve durumda itaate, sözün daima doğrusunu söylemeye ve Allah yolunda herhangi bir şeyden korkmamaya” söz verdiler. Akabe batları İslâm’ın yayılmasında önemli bir dönüm noktası oldu.
İslam’ın Yeni Şehri Medine
İkinci Akabe Bey’ati’nden sonra müşrikler, Müslümanların sığınıp kendilerini koruyacak bir yere hicret edeceklerini öğrenince, yaptıkları eziyetleri büsbütün artırdılar. Müslümanlar bu dayanılmaz işkenceler sebebiyle Mekke’de oturamayacak hâle geldikleri için, hâllerini Peygamber Efendimize arz ettiler ve hicret için izin istediler.
Allâh Resûlü, Allâh’ın izni ile Müslümanlara Medine yollarını işaret etti ve şöyle buyurdu:
“Bundan böyle sizin hicret edeceğiniz şehrin, iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi.” (Buhârî, Kefâlet, 4)
Onlara Ensâr ile, yâni Medîneli Müslüman kardeşleriyle kucaklaşmalarını emretti ve:
“Allâh Teâlâ sizin için kardeşler ve huzur bulacağınız bir diyâr lutfetti!” buyurdu.
Bundan sonra Müslümanlar, müşriklere hissettirmeden hazırlandılar, birbirlerine yardım ederek gizlice hicret etmeye başladılar.
Medîne, Müslümanlar için bir barınak ve sığınak mekânı hâline geldi. Böylece Mekkeli müşriklerin de korktukları başlarına gelmiş oldu. İslâm, Mekke dışına çıkmış ve Medine’de büyük bir itibar kazanmıştı.
Hz. Ali der ki:
“Muhâcirlerden hiç kimse bilmiyorum ki, gizli olarak hicret etmiş olmasın. Hz. Ömer bundan müstesnâdır. O hicret edeceği zaman kılıcını kuşandı, yayını omzuna astı, oklarını ve mızrağını eline aldı ve Kâbe’ye gitti. Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, o sırada Kâbe’nin yanında bulunuyorlardı. Hz. Ömer Kâbe’yi yedi defâ tavâf ettikten sonra onların yanına vardı ve şimdiden gelecekteki zaferlerin ilk hamlesini gösterircesine müşriklere haykırdı:
«–İşte ben de Medine’ye gidiyorum! Anasını ağlatmak, hanımını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler arkama düşsün, şu vadinin arkasında karşıma çıksın!»
Ancak hiç kimse O’nun ardına düşüp tâkib edemedi.
Medineliler, Mekke’den gelen kardeşlerini kucaklayarak karşılıyor, onlara cân u gönülden yardım ediyorlardı. Bu yüzden Mekkeli Müslümanlara “Muhâcir”, Medîneli Müslümanlara ise, yardım edenler mânâsına “Ensâr” denildi.
Müşriklerin Peygamberi Öldürme Planı
Mekke’nin gün geçtikçe boşaldığını gören müşrikler, yavaş yavaş işin kendileri açısından vahametini kavramaya başladılar. Hemen bir fesat ocağı olan Dâru’n-Nedve’de toplandılar. Toplantıya Necidli olduğunu söyleyen bir ihtiyar da katılmıştı. Bu ihtiyar, insan suretine girmiş şeytandan başkası değildi.
Peygamber Efendimizi yakalayıp hapsetmek veya Mekke’den sürüp çıkarmak gibi birçok teklifler ileri sürüldü. Tekliflerin hepsine şeytan karşı çıktı. Sonunda en rezil bir kararda fikir birliğine vardılar:
Allâh Resul’ünü öldürmek!..
Bu teklifi, devrinin Firavunu olan Ebû Cehil şöyle dile getirmişti:
“–Her kabileden birer silahlı genç bulalım. Gençlerin hepsi O’na bir anda saldırsınlar. Hep birlikte vurup öldürsünler. Böylece O’ndan kurtulalım, rahata kavuşalım! Delikanlılar bu şekilde yapınca, O’nun kanı bütün kabilelere dağılmış olur! Abdi Menafi Oğulları ise, bütün kabilelerle savaşmaya güç yetiremezler, diyet almaya razı olurlar. Biz de Abdi Menaf Oğulları’na O’nun diyetini öderiz!” dedi.
Necidli bir ihtiyar kılığındaki şeytan:
“−İşte en yerinde söz, bu adamın sözüdür! Bundan daha makul bir teklif olamaz!” dedi.
Bu karar alındığı sırada Allâh Resûlü, Mekke’de âdeta yapayalnız kalmıştı. O, ümmetine düşkün bir Peygamber olarak önce onları göndermiş, kendisi de Muhacirlerin gerisini kollamak gibi bir hareketi tercih etmişti.
Zâten murâd-ı ilâhî de böyleydi. Hattâ mukaddes yolculukta biricik yoldaşı olacak olan Hz. Ebubekir, hicret için kendisinden izin istediğinde:
“–Sabret!” buyurmuş ve ilâve etmişti:
“–Belki Allah sana hayırlı bir yol arkadaşı verir!”
Buna çok sevinen Hz. Ebubekir, hicrete hazırlık olmak üzere sekiz yüz dirheme satın aldığı iki deveyi, evinde dört ay itina ile besledi. (Buhârî,)
Hicret İçin Vahiy Geldi
Müşrikler, almış oldukları kararı tatbik için harekete geçtiklerinde, Allâh Resulü de hicret için emr-i ilâhîyi almıştı:
“(Resûlüm!) De ki: Ey Rabbim! Gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla! Çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla! Bana katından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver!” (el-İsrâ, 80)
Bu âyet-i kerîmeden başka, Cebrail (a.s.) de müşriklerin kurdukları hîleleri Hz. Peygamber’e bildirmiş ve:
“–Bu gece yatağına yatmayacaksın!” demişti. (İbn-i Hişâm, II, 95)
Bunun üzerine Hz. Peygamber, gündüzün herkesin istirahat ettiği öğle sıcağında Hz. Ebûbekir’in yanına gidip hicret emrinin geldiğini bildirdi.
Hz. Ebubekir sordu:
“–Beraber miyiz ey Allah’ın Resulü!”
Resûlullâh:
“–Evet, beraberiz!” buyurdular.
Hz. Ebubekir bu cevaptan öyle memnun ve mesrûr oldu ki, göz pınarlarından taşan sevinç damlaları, O’nun gönül âlemini en güzel bir şekilde aksettiriyordu.
Hz. Ali’nin Teslimiyeti
Daha sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’yi çağırarak hicreti haber verdi ve üzerinde bulunan emanetleri yerlerine teslim etmesi için O’nu vekil bıraktı
Müşriklerin plânlarına tedbir olarak da şöyle buyurdu:
“–Yâ Ali! Bu gece benim yatağımda sen yat! Şu hırkamı da üstüne ört; korkma! Sana hoşlanmayacağın bir şey isâbet etmeyecektir!” (İbn-i Hişâm, II, 95, 98)
Burada dikkat çeken diğer bir husus da Hz. Ali’nin Resûlullâh’a olan teslimiyetidir.
Kabe’deki Putun Kırılması
Hz. Ali (r.a.) şöyle anlatıyor:
“Resûlullâh Mekke’den hicret edeceği zaman beraber Kâbe’ye gittik. Kâinatın Efendisi bana:
«−Otur!» buyurdu.
Omzuma basıp Kâbe’ye çıkmak istedi. Birden gücüm kuvvetim gitti! Fahri-i Âlem Efendimiz benim kuvvetten düştüğümü görünce, hemen omzumdan indi. Kendisi yere çökerek:
«−Bas omuzlarıma!» buyurdu.
Omuzlarına bastım. Bana birden öyle bir güç kuvvet geldi ki, istesem semanın ufuklarına ulaşabileceğimi hissettim! Nihâyet, Beytullâh’ın üstüne çıktım. Orada tunçtan veya bakırdan bir put vardı. Resûlullâh bana:
«−Onu aşağı at ey Ali!» buyurdu.
Aşağı atar atmaz o, sırça bir çanak gibi kırılıverdi!
Hemen Kâbe’nin üzerinden indim. Herhangi bir kimse ile karşılaşmamak için hemen oradan uzaklaştık.”