HUNEYN SAVAŞI VE TAİF KUŞATMASI
Hicretin 8. yılı, 5 Şevval, Cumartesi. (Mîlâdî 27 Ocak 630)
Mekke'nin fethi ile Kureyş'in hemen hemen tamamı İslamiyet ile şereflenmişti. Sakif ve Havazin kabileleri eskiden beri Peygamberimiz (s.a.v.) ve Müslümanlara karşı şiddetli düşmanlıklarıyla biliniyorlardı. Resûl-i Ekrem Mekke'yi fethedip Kureyşlilerle birlikte birçok kabilenin de gönlünü kazanınca, bunların endişeleri daha da kabardı.
Büyüyen endişeleri onları, hazırlanıp Mekke üzerine yürüme kararı almaya kadar götürdü. Havazinlerin lideri Mâlik bin Avf'ın kumandasında 20.000 kişilik bir ordu teşkil ettiler.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, kendi aleyhinde böyle büyük bir ordunun toplandığını haber alınca yerinde bastırmak için süratle hazırlığa geçti. Peygamberimiz (s.a.v.), Mekke'nin fethi günü Müslüman olan ve henüz yirmi yaşında bir genç olan Attab bin Esîd'i Mekke'ye vali tayin etti.
İslâm Ordusunun Mekke'den Ayrılışı
On iki bin kişilik İslâm ordusu Hz. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kumandasında Mekke'den, düşmanın toplandığı mevkie doğru hareket etti.
Ordunun iki binini Mekkeliler teşkil ediyordu. Ayrıca orduda seksen kadar da müşrik vardı. Kureyş'in birçok ileri geleni bu seksen kişinin arasında bulunuyordu. Maksatları, hangi tarafın galip geleceğini bizzat görmek ve elde edilen ganimetten istifade etmekti.
Resûl-i Ekrem, ordusuyla inişli çıkışlı, birçok dar geçitleri ve gizli yolları bulunan Huneyn Vadisine vardı.
Hâlid bin Velid'in (r.a.) kumandasındaki Süleymoğulları İslâm ordusunun öncü kuvvetlerini teşkil ediyorlardı.
Resûl-i Ekrem, tedbirde asla kusur etmiyordu. Düldül'ün üzerinde bulunuyordu. Sırtına iki zırh gömlek, başına takke giymiş ve takkenin üzerine ise miğfer geçirmişti.
İlk Çarpışma
Savaşın başında Havazinliler islam ordusuna üstünlük kurdu. Birçok mücati geri çekilmeye başladı. Hz. Resûlullahın etrafında sadece yüz kadar mücahidin bulunduğu görülüyordu. Düşman ise yirmi bin kişilik kuvvetiyle o tarafa doğru ilerliyordu.
Efendimiz, iki tarafından kaçışan mücahidlere şöyle seslendi:
"Ey insanlar! Nereye gidiyorsunuz? Bana doğru geliniz. Ben Allah'ın Resûlüyüm! Ben, Muhammed bin Abdullah'ım!" diye sesleniyordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, herkesin kendisini bırakıp gerisin geri kaçtığı, düşman kuvvetlerin ise sel gibi üzerine akıp geldiği bu sırada Düldül'ün üzerinde bir cesaret abidesi gibi duruyordu.
Bir anda Efendimizin etrafını saran mücahidler, kılıçlarını sıyırıp cesaret ve var güçleriyle düşmanın üzerine saldırdılar. Kılıç şakırtılarına, mücahidlerin tekbir sadâları karıştı. Düşman bir anda dehşet ve korku içinde kaldı.
Hz. Osman, Hz. Ali, Ebû Dücâne gibi kahraman sahabîler o dehşetli hengâmede Resûl-i Kibriyânın (a.s.m.) önünde düşmana göğüslerini siper ederek çarpışıyorlardı. Hz. Ali, çevikliği ve cesareti ile düşman askerlerinin cesâretini kırıyordu.
Bayraktarlarının yere serildiğini gören Havazinliler korkmaya başladılar. Peygamberimiz yerden bir avuç toprak alıp düşmanın üzerine savurdu. Meleklerin mücahitlerin imdadına gelmesiyle de düşman askerinin geri kalan çarpışma güçlerini alıp götürdü ve gerisin geri kaçmalarını sağladı.
Hz. Abbas;
"Vallahi, Resûlullahın, kumu onlara doğru savurmasından sonradır ki, güçlerini yitirdiklerini, işlerinin tersine gittiğini gördüm. Sonunda Allah onları bozguna uğrattı. Allah Resulünün, Düldül'ü tepip, onları takibe koyulduğunu, hâlâ gözlerimle görür gibiyim."
Cenab-ı Hak, mücahidlerin gönlünde meydana gelen bir anlık bozgun burukluğundan sonra ihsan ettiği parlak zaferi, Kur'ân-ı Keriminde şöyle beyan buyurur:
"Muhakkak ki Allah pek çok yerde ve Huneyn gününde size yardım etmişti. O gün çokluğunuza güvenmiştiniz; fakat bu size bir fayda vermedi. Yeryüzü, o kadar genişliğiyle beraber, size dar geldi ve arkanızı dönüp gittiniz."
"Sonra Allah, Resûlünün ve mü'minlerin üzerine emniyet ve rahmetini indirdi, görmediğiniz ordular indirdi ve kâfirleri azaplandırdı. İşte kâfirlerin cezası budur."
Çarpışma sonunda, Müslümanlardan 4 şehit, düşmanın ise 70 ölü verdiği görüldü. Düşman, harp meydanına çoluk çocuğuyla geldiği için geride esir olarak birçok kadın ve çocuk da bıraktı. Bu savaşta, mücahitlere o âna kadar elde edemedikleri bol miktarda ganimet kalmıştı.
Peygamberimizin Süt Kardeşi Şeymâ
Alınan esirler arasında Peygamberimiz (s.a.v.)'in süt kardeşi Halime’nin kızı Şeyma vardı.
Kendisine karşı yapılan bazı sert hareketler üzerine, "Bilin ki, ben Efendinizin süt kardeşiyim." diyerek, bu sert davranışlarından vazgeçmelerini söyledi.
Şeymâ,
"Yâ Muhammed! Ben, senin süt kardeşinim." deyince,
Efendimiz,
"Bunu neyle ispatlarsın?" diye sordu.
Şeymâ,
"Omuzumda bulunan diş izi ile ki, onu sen ısırmıştın." dedi.
İzi gören Kâinatın Efendisi, süt kardeşi Şeyma’yı tanıdı. Bir anda, o çocukluk günleri hafızasında canlandı. Gözleri dolu dolu oldu. Sonra da süt anne ve babasını sordu. Şeymâ, onların ikisinin de çoktan ölüp gittiklerini söyledi.
Daha sonra Şeyma’ya, "İstersen, sevgi ve saygı görerek yanımda otur. İstersen, faydalanacağın bazı mallar verip, seni kavim ve kabilenin yanına göndereyim." buyurdu.
Şeymâ'nın cevabı şu oldu: "Sen bana mal verip, beni kavmimin yanına döndür!"
Resûlullahın bu kadirşinaslığı karşısında Şeyma’nın ruh âlemi aniden aydınlandı ve şehadet getirerek saadet dairesine girdi.
Düşmanın Takip Edilmesi
Efendimiz, bozguna uğrayan Havazinlilerin takip edilmesini mücahitlere emretti. Ordunun öncü kuvvetlerini yine Süleymoğulları teşkil ediyordu ve Hâlid bin Velid'in kumandası altında bulunuyorlardı.
Takip esnasında Resûl-i Ekrem Efendimiz bir kadın cesedine rastladı. Kadının Hâlid bin Velid tarafından öldürüldüğü söylenince, mücahidlerden biriyle derhal ona,
"Hâlid'e yetiş ve ona 'Allah Resûlü, seni çocuk, kadın ve hizmetçi öldürmekten men ediyor' de"diye haber gönderdi:
Bu arada, çocukların da öldürüldüğü haberi üzerine de Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurdu:
"Dikkat ediniz! Çocuk öldürülmeyecektir!"
Sahabînin biri, "Yâ Resûlallah! Onlar müşriklerin çocukları değiller mi?" diye sorunca, Fahr-i Kâinattan şu ibretli ve hakikatlı cevabı aldı:
"Sizler de hidayete ermeden önce müşriklerin çocukları değil miydiniz? Her çocuk, İslâm yaratılışı üzere doğar. Dili dönünceye kadar öyle devam eder. Sonra anne babaları, onu ya Yahudileştirir ya da Hıristiyanlaştırır."
Evtas'ta Çarpışma
Evtas'ta mevzilenen düşman, kendisini savunmaya geçti.
Teke tek yapılan döğüş ve vuruşmada, kumandan Ebû Âmir (r.a.), Havazinlilerden birçoğunu yere serdi. Atılan bir okla ağır yara aldı ve şehit oldu. Kumandanlığa geçen Ebû Mûsa, savaşa girişti ve düşman kuvvetlerini dağıtmaya muvaffak oldu.
Düşman, oradan doğruca Taif'e gidip sığındı. Daha önce de kumandanları Mâlik bin Avf gidip oraya sığınmıştı. Peygamber Efendimiz, çarpışmadan kesin netice almak istiyordu. Huneyn'deki çarpışmayla bu kesin netice henüz elde edilmiş değildi. Düşman, Taif'e sığınmıştı. Bu sebeple Taif üzerine yürümek gerekiyordu.
Tâif Kuşatması
Huneyn Harbinde, Müslümanlar karşısında hezimete uğrayan Sakifliler, yurtları olan Tâif'e gidip sığınmışlardı. Şehrin kapılarını üzerlerine kapayarak, savaşmaya hazırlanmışlardı. Havazin ve Sakiflileri Müslümanlara karşı ayaklandıran Mâlik bin Avf da gelip buraya sığınmıştı.
İslâm ordusu kısa zamanda Tâif önlerine vardı. Surları yarıp şehre dalmak elbette mümkün değildi. Bu sebeple Resûl-i Ekrem, şehri muhasara altına aldı. .
Mancınık Kurularak, Tâif’lilerin Taşa Tutulması
Muhasaranın uzadığını ve Sakiflilerin teslim olmaya niyetli görünmediklerini anlayan Peygamber Efendimiz, bu sefer mancınık kurulup düşmanın taşa tutulması hususunda mücahitlerle istişarede bulundu.
Selmân-ı Farisi Hazretleri,
"Ben de bunu uygun görüyorum. Çünkü biz Fars ülkesinde düşman kalelerine mancınıklar dikerdik, onlar da bize karşı mancınıklar dikerlerdi. Böylece birbirimizi yenmemiz mümkün olurdu. Mancınık kurulmadığı zamanlarda uzun müddet beklemek zorunda kalırdık." diyerek fikrini beyan etti.
Muhasara uzuyor ve arzu edilen netice elde edilemiyordu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz bir başka tedbire başvurdu:
Düşmanı, iktisadi baskı altına almak için, şehrin dışındaki Tâiflilerin ileri gelenlerine âit kaliteli ve nâdir üzümler yetiştiren bağ ve bahçelerin tahrip edilip, kesileceğini duyurdu ve kesilmesini mücahitlere emretti. Tek geçim kaynakları olan bağ ve bahçelerinin kesildiğini gören Sakifliler, telaşa kapıldılar ve Peygamberimiz (s.a.v.) e,
"Ey Muhammed! Mallarımızı neden kesiyorsun? Bizi yenersen, ya onları alırsın. Yahud da dediğin gibi Allah'ın rızasını ve akrabalık* hakkını gözeterek bize bırakırsın." diye seslendiler.4
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Ben, bağınızı, Allah rızasını ve akrabalık hakkını gözeterek yerinde bırakıyorum." dedi ve üzüm asmalarının kesilmesini menetti.
Yeni Bir Taktik
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir tedbire başvurdu:
"Kaleden inip yanımıza gelen ve Müslüman olan köle hürdür." diye ilân ettirdi. Bu ilân üzerine yirmiye yakın köle kaleden indi ve İslâm ordusuna katılıp Müslüman oldu.
Resûl-i Ekrem'in Rüyası
Bu arada Peygamber Efendimiz bir rüya gördü. Rüyâsında kendilerine bir kap tereyağı ikram ediliyor, bir horoz ise gagasıyla kabı devirip içindeki yağı döküyordu.
Efendimiz rüyasını anlatınca, Hz. Ebû Bekir, "Yâ Resûlallah! Sanırım bugünlerde Tâifliler hakkında umduğun şeye eremeyeceksin." dedi.
Peygamber Efendimiz de aynı kanaatte idi. "Buna, ben de imkân görmüyorum." buyurdu
Muhasaranın Kaldırılması
Resûl-i Ekrem, Tâif'i fethetmenin o anda kendisine nasib olmayacağını artık anlamıştı. Bundan sonraki bekleme, vakit kaybetmekten başka bir işe yaramayacaktı.
Peygamber Efendimiz, umumî kanaatın, Tâif'te bir müddet daha kalmak olduğunu fark edince, mücahitlere, "Öyle ise, yarın sabah çarpışmaya hazır olunuz." diye buyurdu.
Sabah olunca, çarpışmaya girdiler. Ancak, bu çarpışma yara almalarından başka bir işe yaramadı. Bundan öteye bir netice elde edemeyeceklerine artık kendileri de kanaat getirdiler.
Resûl-i Ekrem Efendimiz ordusuyla otuz gün kadar süren bir kuşatmadan sonra Tâif'ten ayrıldı.
Sakifliler mücahidleri fazlasıyla uğraştırmış, yormuş, yaralamış ve 14 kadar Müslümanı da şehit etmişlerdi. Bu sebeple ayrıldıkları sırada, Peygamber Efendimizden Sakifliler aleyhinde dua etmesini istediler.
Fakat âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (a.s.m.), ellerini açarak,
"Allah'ım! Sakiflilere doğru yolu göster! Onları bize getir!" diye duâ etti.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, kuşatmayı kaldırdıktan sonra mücahitlerle birlikte Huneyn ve Evtas'ta alınan ganimetlerin muhafaza edildiği Ci'râne mevkiine dönmek üzere Tâif'ten ayrıldı.