MEKKE'NİN FETHİ
Peygamberimiz (s.a.v.)'in Mekke'ye Girişi
Peygamber Efendimiz, Mekke'ye girmek için ordusunu dört kola ayırdı:
Sağ kol: Kumandan, Hz. Hâlid bin Velid'di.
Sol kol: Kumandan, Hz. Zübeyr bin Avvam idi.
Üçüncü kol: kumandan, Hz. Sa'd bin Ubâde
Dördüncü kol: Kumandan, Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrah
Peygamber Efendimiz kumandanlara şu emri verdi:
"Size karşı konulmadıkça, size saldırılmadıkça hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz! Hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz!"
Hâlid Bin Velid Koluna Taarruz
İslâm ordusu Peygamber Efendimizin emri gereğince hiç kimseye kılıç kaldırmadan edeb ve hürmet içinde Mekke'ye dalga dalga giriyordu. Ancak bu arada, Hâlid bin Velîd Hazretlerinin kumandanlık ettiği kola bir taarruz oldu.
Taarruz İkrime bin Ebî Cehil, Safvan bin Ümeyye gibilerle, topladıkları halktan bazıları tarafından yapılmıştı.
Hz. Hâlid, önce karşılık vermek istemedi. Çünkü emir bu meyandaydı. Ancak, müşriklerin saldırıyı hızlandırıp mücahidleri ok yağmuruna tuttuklarını görünce, vuruşmaya müsaade etti. Müşrikler kaçmaya mecbur kaldılar.
Çarpışmada iki mücahid şehid düştü, müşriklerden ise 13 kişi öldürüldü. Durum, Hz. Resûl-i Ekrem tarafından öğrenildi. Hz. Hâlid huzura çağrıldı. Müşriklerin Müslümanlara saldırdıklarını, mücahidlerin ise sadece kendilerini müdafaa etmek zorunda kaldıklarını Hz. Hâlid'den öğrenince
"Allah'ın hüküm ve takdir ettiğinde hayır vardır." buyurdular.
Bundan başka on bin kişilik muazzam İslâm ordusu Mekke'ye girerken hiçbir çarpışma olmadı ve Müslümanlar silahlarını kullanmadılar.
Peygamberimiz (s.a.v.) Kâbe-i Muazzama'da
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kasvâ'nın üzerinde, terkisinde Üsâme bin Zeyd, sağında Hz. Ebû Bekir, etrafında Muhacir ve Ensâr topluluğu olduğu halde Kâbe-i Muazzamaya doğru ilerliyordu.
Kâbe'yi Tavaf
Resûl-i Kibriyâ, binlerce sahabî arasında devesi Kasvâ'nın üzerinde Kâbe'yi tavafa başladı. Peşini ashab-ı kiram takib etti. Tavafın her devresinde ellerindeki değnekle Hacerü'l-Esvede işaret ederek onu istilâm ediyordu.
Tavafın yedinci devresinden sonra Kasvâ'dan indi. Makam-ı İbrahim'e varıp orada iki rekât namaz kıldı. Sonra da Zemzem Kuyusuna vararak ondan hem su içti hem de abdest aldı.
Bunu Safâ Tepesine çıkışları takib etti. Oradan etrafa baktı ve kendisine bu muazzam günü gösteren Yüce Allah'a bir kere daha minnet ve şükranlarını takdim etti.
Ebu Süfyan’ın Şeytanla İmtihanı
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ve Müslümanların Kâbe'yi tavaf ettikleri bir sıradaydı. Ebû Süfyan da Mescid-i Haramın bir köşesinde oturup düşünceye dalmıştı.
Şeytan zihnini kurcalıyor ve bir takım sinsi vesveseler telkin ediyordu. Resûl-i Ekrem önünden her geçtikçe o,
"Acaba bir asker toplasam, şu adamla (!) bir daha çarpışsam, ne olur?" diye içinden geçiriyordu. Tam bu sırada Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, gelip başucuna dikildi ve
"O zaman da yine Allah seni hakir eder." buyurdu.
Ebû Süfyan, şimşek gibi çakan bu söz karşısında daldığı derin düşünceden sıyrıldı. Şaşırdı, titredi. Sonra da Allah'a tövbe ve istiğfarda bulunarak,
"Vallahi sen Resûlullahsın." dedi.
Putların Yıkılışı
Kureyş müşrikleri, Kâbe'nin çevresine üç yüz altmış put dikmişlerdi. Bu putlar, kurşunla yerlerine perçinlenmiş bulunuyordu.
Efendimiz, şimdi de Tevhid inancına uygun binâ edilmiş olan Kâbe'yi asliyetine kavuşturmak için putlardan temizlemeye başlıyordu. Elindeki asâ ile o putlara birer birer işaret ederek,
"Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir."ayetini okudu. İşareti alan her put yere düştü.
Kâbe'de Ezan
Ekrem Efendimizin emriyle, Hz. Bilâl, Kâbe'nin üzerine çıkarak ezan okumaya başladı. İmanlı gönüllerde bir sevinç, bir canlılık, imansız gönüllerde ise üzüntü ve yıkılış vardı. Bu müstesna manzara karşısında azılı müşrikler kahroluyorlardı.
Resûl-i Ekrem, Osman bin Talhâ'ya haber göndererek Kâbe'nin anahtarını getirmesini emretti. Annesinin, anahtarı vermemek hususundaki şiddetli ısrarına rağmen Osman bin Talha anahtarı alıp getirdi.
İçerdeki suret ve putların temizlenmesi için emir verdi. Bir müddet Kâbe'nin içinde kaldıktan sonra, dışarı çıktı. O sırada hemen hemen bütün Mekke halkı Mescid-i Haramın etrafında toplanmış, haklarında verilecek hükmü merakla bekliyorlardı.
Fetih Hutbesi
Efendimiz, Kâbe-i Muazzamanın kapısında durdu. Mübarek yüzünde beliren tatlı tebessümleriyle halka bakıyordu.
Allah'a hamd ve senâdan sonra şu hutbeyi irad etti:
"Allah'tan başka ilâh yoktur. Yalnız O vardır. Onun şeriki yoktur."
"O, va'dini yerine getirdi, kuluna yardım etti, aleyhinde toplanan düşmanları tek başına perişan etti."
"Bilmelisiniz ki, Cahiliyye Devrine âit olup, iftihar vesilesi yapıla gelinen her şey; kan, mâl dâvâları, bunların hepsi bugün, şu ayaklarımın altında kalmış, ortadan kaldırılmıştır."
Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), bu hitabesinden sonra, halka,
"Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?" diye sordu.
Kureyşliler, "Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız." dediler.
Bunun üzerine Âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şöyle konuştu:
"Benim halimle sizin haliniz, Yusuf'la (a.s.) kardeşlerinin hâli gibidir. Yusuf un (a.s.) kardeşlerine dediği gibi ben de sizlere diyorum:
'Bugün sizin için bir kınama yoktur! Allah, sizi affetsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.'
Gidiniz, sizler serbestsiniz."
Peygamberimiz (s.a.v.)’in İkinci Hutbesi
Efendimiz, fethin ikinci günü, öğle namazından sonra Kâbe kapısı merdivenine çıkıp, arkası Kâbe'ye dayalı bir halde Allah'a hamd ve senâda bulunduktan sonra halka şöyle hitap etti:
"Ey insanlar!
"Şüphesiz Allah göklerle yeri, güneş ile ayı yarattığı gün Mekke'yi haram ve dokunulmaz kılmıştır. Kıyamet gününe kadar da haram ve dokunulmaz olarak kalacaktır."
"Allah'a ve âhiret gününe inanan kimse için, Mekke Hareminde kan dökmek, ağaç kesmek helâl olmaz! Mekke'de kan dökmek benden önce hiçbir kimseye helâl olmadığı gibi, benden sonra da hiçbir kimseye helâl olmayacaktır! Bu söylediklerimi burada dinleyenler, hazır bulunanlara duyursun!
"Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Bütün Müslümanlar kardeştirler. Müslümanlar kendilerinden olmayanlara (düşmanlara) karşı bir tek eldirler, elbirliği ile hareket ederler."
"İslâm'da, değiş-tokuş yoluyla mehirsiz evlenme yoktur. Kadın ne halasının ne de teyzesinin üzerine nikâhlanıp bir araya getirilebilir."
"Kocasının izni olmadıkça, kadının onun malından bir şey dağıtması, vermesi helâl ve câiz değildir."
"Sabah namazı kılındıktan sonra güneş doğuncaya kadar bir başka namaz kılınmaz. İkindi namazından sonra güneş batıncaya kadar da bir başka namaz kılınmaz.
"Sizi iki günün orucundan nehyederim: Biri Kurban Bayramı günü, diğeri de Ramazan Bayramı günü orucudur.
Mekkelilerin Peygamberimiz (s.a.v.)'e Bîatı
Efendimiz, umumî af ilân ettikten sonra, Safâ Tepesine çıkıp orada Kureyşlilerin bîatını kabul etti. S
Kadınlar şu hususlar üzerine Peygamberimiz (s.a.v.)'e bîat ettiler:
Allah'a hiçbir zaman ortak koşmamak,
Hırsızlık yapmamak,
Kız çocuklarını öldürmemek,
Zinâ etmemek, iffetini korumak
Herhangi bir iyilik hususunda Allah Resûlüne isyân etmemek.
Ebû Süfyan'ın Karısı Hind’in Müslüman Olması
Aralarında Resûl-i Ekremin haklarında nerede görülürlerse görülsünler, öldürülsünler buyurduklarından biri olan Ebû Süfyan'ın karısı Hind de vardı. Tanınmamak için kıyafet değiştirerek kadınlar arasına katılmıştı. Geçmişte, Peygamberimiz (s.a.v.) ve Müslümanlara karşı giriştiği hareketlerden pişmanlık duyar bir hâli vardı.
Yaptığı her şeye rağmen Kâinatın Efendisi İslâmiyetle şereflendiğini duyduğu Hind'i affetti ve onun da bîatını kabul etti.
Hz. Ebû Bekir’in Babasının Müslüman Olması
Muhterem Efendimiz, Hz. Ebû Bekir'in ihtiyar babasını alıp yanına getirmesinden müteessir oldu ve
"İhtiyara, getirme zahmeti vermeseydin de onu evinde ziyaret etseydik olmaz mıydı?" buyurarak nezâket ve tevazuunu izhar etti.
İlâhî terbiye ile yetişen kaynaktan ders alan Hz. Ebû Bekir ise,
"Yâ Resûlallah! Senin onun yanına gitmenden, onun senin yanına gelmesi daha muvafıktır." dedi. Bu kısa konuşmadan sonra Peygamberimiz (s.a.v.), mübârek ellerini âmâ Ebû Kuhâfe'nin göğsüne koyup sığadıktan sonra,
"Müslüman ol, ey Ebû Kuhâfe" dedi. Bu söze muhatab olan Ebû Kuhâfe derhal Müslüman olup oğlunun saadetine saadet kattı.
Hırsızlık Vakası
Mekke fethedilmişti. Resûl-i Ekrem ise henüz bu mübarek beldeden ayrılmamıştı. Her nasılsa Mahzumoğulları Kabilesinden Fâtıma binti Esved adındaki kadın bir hırsızlık yapmıştı. Kadın itibarlı ve soylu idi ve Kureyş yanında da hatırı sayılıyordu. Haliyle Peygamberimiz (s.a.v.) in bu durumdan haberi oldu.
Hırsızlıkta bulunanın elinin kesileceğini herkes biliyordu. Ama düşünüyorlar ve birbirlerine soruyorlardı:
"Yüksek mevkiye sahip bu kadının eli nasıl kesilebilir?"
Âile halkı, Fâtıma'nın elini kesmeden kurtarmak için bir ümit ışığı arıyorlardı. Birinin Hz. Resûlullah katında şefaatçı olmasını istiyorlardı. Ne var ki, kimse buna cesaret edemiyordu.
Sonunda Üsâme bin Zeyd Hazretleri bu vazifeyi üzerine aldı. Üsâme, Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından fazlasıyla sevilen bir sahabî idi. Bu sevgiye güvenmiş olacak ki, bu görevi üzerine almaya yanaşmıştı. Hz. Üsâme, kadının affedilmesini dileyince Resûl-i Ekrem Efendimizin rengi birdenbire değişti.
"Sen, kötülüğün önüne geçmek için Allah'ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın affedilmesi hakkında mı benimle konuşuyorsun?" Diye buyurdu.
Hz. Üsâme, üzgün bir edâ içinde,
"Yâ Resûlallah! Bu uygun olmayan hareketimden dolayı Allah'tan affım için dua et!" dedi.
Hz. Üsâme'ye dersini veren Peygamber Efendimiz (a.s.m.), akşam olunca da ayağa kalktı ve Allah'a hamd ve senâda bulunduktan sonra halka dersini şöyle verdi:
"Sizden evvelkileri şu davranışları mahvetmiştir: Onlar, asil, soylu birisi hırsızlık yaptığı zaman onu serbest bırakırlardı. Zâif, güçsüz birisi hırsızlık edince de ona hemen ceza verirlerdi.
Muhammed'in varlığı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; Fâtıma binti Muhammed, hırsızlık edecek olsaydı, muhakkak onun da elini keserdim!"
Bundan sonra kadının elinin kesilmesini emretti. Kadının eli bu emir üzerine derhal kesildi. Kadın da güzelce tövbe etti ve evlendi. Ondan sonra sık sık Hz. Âişe'nin yanına gelir giderdi.