GÜNCEL

PEYGAMBERİN HANIMLARINDAN 1 AY UZAK KALMASI

 

 





   

Uman Hükümdarının İslam’a Daveti




Hicretin 8. Senesi, Zilkâde ayı.

Resûl-i Ekrem bu maksatla Medine'ye döner dönmez, Hz. Amr bin Âs Uman'a gönderdi.  Vazifesi, hükümdar Ceyfer ve kardeşi Abd'e, kendisine verilen mektubu teslim etmek ve kendilerini İslam’a dâvette bulunmaktı. Uman, Yemen-Hind Denizi sahilinde, Basra Körfezinin darlaştığı yerdeki büyük şehirlerden biri idi. Hurma bahçeleri ve ekinleriyle meşhur olan bu şehirde o zaman Ezdîler hakîm durumda bulunuyorlardı.

Hz. Amr bin Âs, emir gereği Uman'a vardı ve mektubu hükümdar ve kardeşine teslim etti.  Ceyfer ile kardeşi Abd önce Müslüman olmamak hususunda tereddüt geçirdiler. Bir müddet sonra da bu tereddütlerinden kurtularak, İslâmiyetle şereflendiler ve Peygamber Efendimizin Risâletini tasdik ettiler.

Bunun üzerine, Peygamber Efendimizin emir ve tavsiyeleri gereğince Amr bin Âs Hazretleri buranın idarî işlerini üzerine aldı.  Peygamber Efendimizin vefatına kadar, Hz.Amr bu işleri yürütmek üzere Uman'da kaldı.




Bahreyn Hükümdarının İslam’a Daveti


Hicretin 8. senesi, Zilkâde ayı sonları.

Peygamber Efendimiz, İslam’a dâvet etmek üzere, Alâ bin Hadramî'yi bir mektupla Bahreyn hükümdarı Münzir bin Sâva'ya gönderdi.

Alâ bin Hadremî, Münzir bin Sâva'nın yanına vararak Peygamber Efendimizin mektubunu teslim etti. Alâ bin Hadremî ile aralarında geçen kısa bir konuşmadan sonra Münzir bin Sâva, mecusî din Başkanı Sibuht ile birlikte Müslüman oldu. Efendimizin emri gereğince, Alâ bin Hadremî burada kaldı ve Müslüman olanlarından öşür, müşrik olanlarından ise cizye almakta devam etti.

 


Peygamberimizin Oğlu Hz. İbrahim’in Dünyaya Gelişi

   


Hicretin 8. senesi, Zilhicce ayı.

Bu tarihte Peygamber Efendimizin oğlu İbrahim dünyaya geldi. Hz. Mâriye'den olan Hz. İbrahim, Peygamber Efendimizin en son evlâdı idi.

Medine'nin yukarı tarafında, Avâli diye anılan kısmında annesine tahsis edilen bir hurma bahçesindeki evinde hayata gözlerini açan Hz. İbrahim'in doğum müjdesini Peygamberimiz (s.a.v.)'e, oğluna ebelik vazifesini yapan Selmâ Hatunun kocası Ebû Rafi getirdi.

Bu mes'ud hadisenin müjdesinden fazlasıyla memnun olan Peygamberimiz (s.a.v.), Ebû Rafi'e bir köle bağışladı.

Nur topu yavrusunun doğumunun yedinci günü bir kurban kestiren Resûl-i Ekrem, aynı gün oğluna ismini de verdi ve bu ismi şöyle açıkladı:

"Ona, ceddim İbrahim'in ismini koydum!"

Hz. İbrahim vefâtına kadar sütannesi Ümmü Bürde Havle'nin yanında kaldı. Peygamber Efendimiz, mübarek evlâdı Hz. İbrahim'i sık sık ziyarete gider, şefkat ve merhametini izhar ederek, başını okşar, bağrına basardı.

 


İlk Kısas Hükmü


Peygamber Efendimize Benî Leyslerden bir adam getirildi. Bu adam, Huzeyllerden birini haksız yere öldürmüştü. İki taraf Peygamber Efendimizin (a.s.m.) huzurunda iddialarını sıralayıp savunmalarını yaptılar.

Sonunda Peygamber Efendimiz (a.s.m.), öldürülen adama karşılık, katilin de öldürülmesine hüküm verdi. Hüküm infaz edildi. Bu, İslâm'da kısas ile neticelenen ilk kan davası idi.

 

 


Peygamberimizin Necâşinin Cenaze Namazını Kılması




Hicretin 9. senesi, Recep ayından bir gündü. Hz. Resûlullahın etrafında birçok sahabî vardı. Bu sırada, 

"Bugün sizin salih bir kardeşiniz vefat etti. Kalkın onun namazını kılın!"buyurdu.

Sahabîler derhal hazırlandılar ve Hz. Resûlullahın arkasında saf bağlayarak "salih kardeşleri" üzerinde gâib namazı kıldılar.

Namazdan sonra Resûl-i Ekrem,

"Kardeşiniz Necaşî Ashame için Allah'tan mağfiret talep ettik." buyurdu.

Medine'ye yaklaşık bir hafta sonra gelen haber; Habeş Hükümdarının aynı günde vefat ettiğini bildiriyordu.

 

 

 

 

 

Peygamberimizin, Bir Ay Hanımlarından Uzak Kalması


  



Hicretin 9.senesinde, 

Fakat, Ezvâc-ı Tâhirat, kadınlığın fıtratında bulunan ziynet ve dünya malına karşı meyil saikiyle nasiplerini almak istiyorlardı. Bunun için de zaman zaman Peygamberimiz (s.a.v.)'in etrafında toplanarak,

"Bizler de başka kadınların istedikleri ziynetleri isteriz." Derlerdi. Sonra da her biri birtakım şeyler isterdi. Bu tarz isteklerde bulunmasından da mübarek gönülleri rahatsızlık duyuyordu.

 

Efendimiz, Her ikindi namazından sonra hanımlarını dolaşır, onların hâl ve hatırlarını sorar, ihtiyaçlarını tespit ederdi. Akşam da sıra hangi hanımında ise, o hanımının odasında diğer bütün hanımları da toplanır, sohbet ederlerdi. Sonra da herkes kendi hücresine çekilirdi.

 

Günün birinde Hz. Zeyneb binti Cahş Validemize bir tulum bal hediye getirmişti. Hz. Zeyneb de her gelişinde Resûl-i Ekreme çok sevdiği baldan şerbet yaparak ikramda bulunurdu. Bu sebeple o, Hz. Zeyneb'in yanında her zamankinden fazla kalırdı.

Bu durum Hz. Âişe'nin nazarından kaçmadı. Sebebini merak etmeye başladı. Bir ara cariyesi vasıtasıyla bu fazla duruşun sebebinin ikram edilen bal şerbeti olduğunu öğrendi.

Hz. Âişe ile Hz. Zeyneb arasında her nedense bir rekabet vardı. Hattâ bu yüzden Peygamberimiz (s.a.v.)'in pâk zevceleri iki gruba ayrılmışlardı. 

Hz. Sevde, Hz. Safiyye ve Hz. Hafsa Hz. Âişe'nin tarafını, 

Ümmü Seleme ile Ümmü Habibe, Meymune ve Cüveyriye (r.a.) ise Hz. Zeyneb binti Cahş'ın grubunu teşkil ediyorlardı.

Resûl-i Ekremin, Hz. Zeyneb'in odasında fazla kalmasından müteessir olan Hz. Âişe gayrete geldi. Taraftan olan diğer hanımları toplayarak kendilerine şu talimatı verdi:

"Resûlullah hangimizin yanına gelirse, kendisine şöyle soracağız:

'Yâ Resûlallah! Megafır mi yediniz?' Resûlullah,

'Hayır.' diyecektir. Biz de o zaman,

'O hâlde bu koku ne?' diye soracağız. Tabiî ki o,

'Zeynep bana bal şerbeti içirmişti.' cevabında bulunacaktır. O zaman da biz,

'Demek o balın arısı urfut ağacından yayılmış, bal toplamış.' deriz."3

Megafir, 'mağfur'un çoğuludur. Mağfur, fenâ kokulu urfut ağacının yapışkan, tatlı, fakat fena kokulu bir zamkıdır.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu kokudan fazlasıyla rahatsız olurdu. Hz. Âişe bunu bildiği için bu tarz bir talimatta bulunmuştu.

 

Kâinatın Efendisi, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz bir gün Hz. Hafsa'nın odasına girerken, 

"Yâ Resûlallah! Megafir mi yediniz?" sorusuyla karşılaştı.

Peygamber Efendimiz, "Hayır!" dedi.

Hz. Hafsa, "O hâlde bu koku ne?" diye sordu.

Peygamber Efendimiz, "Zeynep binti Cahş'ın evinde bal şerbeti içmiştim." buyurdu.


Hz. Hafsa, "Demek ki, o balın arısı urfut ağacından yayılmış, bal toplamış." dedi.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Onu bir daha içmem." diyerek yemin etti. 

Sonra da,

"İşte, yemin ettim. Sakın bunu başka bir kimseye duyurma." buyurdu.

Peygamberimiz (s.a.v.)'in baldan istifade etmemeye yemin etmesi üzerine şu âyet-i kerime nâzil oldu:

"Ey Peygamber! Niçin hanımlarının hoşnutluğunu arayıp da Allah'ın helâl kıldığı şeyi kendine yasaklıyorsun? Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir."

Hz. Hafsa, Resûl-i Ekremin bu sırlarını gizleyemedi. Çok geçmeden anlaştıkları Hz. Âişe'ye duyurdu. Duruma bundan sonra diğer hanımları da muttali oldu.

Bunun üzerine Hz. Resûlullah, Hz. Hafsa ‘ya serzenişte bulundu. Sonra da Ezvâc-ı Tâhirat'tan bazıları dünya hayatının ziynet ve refahı ile ilgili bazı istek ve tekliflerde bulundular.

Peygamberimiz (s.a.v.) hem bu duruma üzüldü hem de hanımlarının birbirlerini kıskanmalarından fazlasıyla rahatsız oldu.

Bunun üzerine, dünya hayatının nazarındaki ehemmiyetsizliğini anlatmak, hanımlarına bir ders vermek, aynı zamanda aralarındaki kıskançlık ve çekememezliğe bir derece mani olabilmek düşüncesiyle ve neticede onların zâtına besledikleri muhabbet ve sadakâtlarını ölçmek maksadıyla onlardan bir ay uzak durmak üzere yemin etti.

Bu yeminden sonrada, Meşrebe diye anılan çardakta tek başına yatıp kalkmaya başladı.

 

Ashabı Kiramın Telâşı

 


Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Meşrebe'de yalnız başına kaldığını duyan sahabîler, "hanımlarını boşamıştırdüşüncesiyle telâşlandılar.

Hz. Ömer, bu telâşını şöyle anlatır:

Allah Resulüne selâm verdim. Hasırdan örtülü bir yatak üzerinde idi. Hasır derisinin üzerinde izler bırakmış, çizgiler belli oluyordu. Etrafıma bakındım. Bir yanda bir avuç arpa, diğer yanda asılı bir post gördüm. Gözlerim yaşardı.

Resûlullah, 'Niçin ağlıyorsun?diye sordu.

'Yâ Resûlallah! Nasıl ağlamayayım ki? Kisrâlar, Kayserler dünyanın zevk ü sefasını sürerken, siz Allah'ın en sevgili kulu olduğunuz hâlde bu basit şartlar içinde yaşıyorsunuz!'

"Resûlullah, 

'Ey Hattab'ın oğlu Ömer!' dedi. 'Dünya nimeti onların, âhiret saadeti de bizim olmasına râzı değil misin?'

"Sonra, 'Yâ Resûlallah! Hanımlarını boşadın mı?' diye sordum.

"Mübarek başlarını bana doğru kaldırarak, 'Hayır' buyurdular.

"Bu cevap karşısında birdenbire 'Allahü Ekber' dedim. 

 


Resûlullahın Meşrebe'den Ayrılışı

 

Bir ay dolunca Resûlullah, inzivadan çıkarak hanımlarıyla görüşmeye başladı. Bu sırada şu âyet-i kerime nâzil oldu:

"Ey Peygamber, hanımlarına de ki: 'Eğer dünya hayatını ve zevkini istiyorsanız, gelin boşanma bedelinizi verip sizi güzellikte serbest bırakayım. Eğer Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz ki sizden iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlar için Allah pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır."'

Âyet, nâzil olduğu sırada Efendimiz hanımlarından Hz. Âişe'nin yanında idi. İlk önce meseleyi ona açtı. Hatta bu konuda babasına anasına danışabileceğini de beyan etti.

Hz. Âişe derhal cevabını verdi:

"Ben, bu hususta mı anneme babama danışacağım! Ben elbette ki, Allah'ı, Resûlünü ve ahiret yurdunu tercih ediyorum!

Peygamber Efendimiz bu cevaba gülümsedi.

Diğer Ezvâc-ı Tahirât da aynı şekilde Allah ve Resûlünün rızasını ve âhiret yurdunu, dünya ve zînetine tercih ettiler. Böylece Fahr-i Kâinat Efendimize muhabbet ve sadakâtlarını ispatlamış oldular.