GÜNCEL

İSLAMA GİRENLER MEKKE'DEN KAÇIYOR

 

 







Ebû Basîr, Kureyşlilerin Ticaret Yollarını Kesiyor


Peygamber Efendimizin, Hudeybiye'den Medine'ye dönüşü üzerinden pek fazla bir zaman geçmemişti. Bu sırada İslamiyetle müşerref olan Sakif Kabilesinden Ebû Basîr adındaki bir zat, bir fırsatını bulup Mekke'den Medine'ye geldi.

Üç gün sonra, onu istemek üzere Kureyşliler iki kişi gönderdiler. Bunlar Peygamber Efendimize, "Bize karşı imza ettiğin antlaşmayı hatırlatırız." diyerek Ebû Basîr'i geri istediler.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, anlaşma gereğince Ebû Basîr'i geri vermek zorundaydı. Ona,

"Ey Ebû Basîr! Biliyorsun ki, biz şu Kureyşlilerle bir anlaşma yapmış ve onlara söz vermiş bulunuyoruz. Dinimize göre, verdiğimiz sözde durmamak bize yaraşmaz. Muhakkak Allah, sana ve senin gibi müşrikler içinde kalan Müslümanlara bir genişlik, bir çıkar yol yaratacaktır." Deyip teselli verdi. Sonra onu gelen adamlara iâde etti.

Ebû Basîr, 

"Yâ Resûlallah! Bana işkence yapsınlar, beni dinimden döndürsünler diye mi müşriklere geri veriyorsun? diye feryad etti. 

Resûl-i Ekrem, tekrar ona teselli verdi:

"Sen git! Muhakkak Allah, sana ve senin gibilere bir çıkar yol yaratacaktır."(İbni Hişam, Sîre, 3:337)

Kureyş'in gönderdiği iki adam Ebû Basîr'i alarak Medine'den yola çıktılar. Zülhuleyfe'ye ulaştıklarında orada oturup beraber yemek yediler.

Ebû Basîr her an onlardan nasıl kurtulabileceğini düşünüyordu. Önce onlarla yakınlık kurmak istedi. Bunun için kendileriyle sohbete başladı. Huneys adındakinin ismini, babasının kim olduğunu sorup, öğrendikten sonra, "Öyle zannediyorum ki, senin şu kılıcın oldukça keskindir." dedi.

Adam, "Evet, oldukça keskindir." dedi.

Ebû Basîr gayet sakin ve emniyet verici bir tavırla, "Ona bir bakabilir miyim?" diye sordu.

Huneys, "İstiyorsan, al bak." dedi. Ebû Basîr bulunmaz bir fırsatı yakalamıştı. Kılıcı kaptığı gibi Huneys'in üzerine yürüyüp işini bitirdi. (İbni Hişam, Sîre, 3:337)

Bunu gören diğer arkadaşı son sürat kaçarak Medine'ye geldi. Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı, "Adamınız, arkadaşımı öldürdü. Ben ise elinden zor kurtuldum." diyerek Ebû Basîr'den dolayı şikâyet etti.

Bu sırada Ebû Basîr de geldi, 

"Yâ Resûlallah! Sen, beni onlara teslim ile ahdini yerine getirmiş oldun. Şimdi, Allah beni onlardan kurtardı." diyerek bir daha müşriklere iade edilmeyip Medine'de kalmayı istedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, onu Kureyşlilere tekrar geri vermediği gibi Medine'de kalmasına da müsaade etmedi. "Haydi çık, istediğin yere git." diyerek onu istediği yere gitmekte serbest bıraktı.

Bunun üzerine Ebû Basîr de Medine'den çıktı. Deniz sahilinden Mekke'den Şam'a giden yol üzerindeki Îs Vadisine gidip yerleşti.

Mekke'de hapsedilmiş bulunan Müslümanlarla, imanlarını gizleyenler bunu duyunca birer ikişer kaçarak Ebû Basîr'in yanında toplandılar. Kısa zamanda sayıları yetmişi buldu. Hatta, etraftaki kabilelerden de katılanlarla birlikte bu sayı üç yüze çıktı.

 

Böylece Ebû Basîr, etrafında büyük bir kuvvet toplamış oluyordu. Kureyş'in Şam'a gönderdiği bütün ticaret kafilelerinin yolunu kesip, adamlarını öldürüyor ve mallarına da el koyuyorlardı.

Kendilerini tehdit eden bu durum karşısında Kureyşliler Peygamber Efendimize derhal bir elçi gönderdiler. Elçinin Peygamberimiz (s.a.v.)'e getirdiği mektupta şunlar yazılı idi:

"Allah ve akrabalık aşkına! Sen, Ebû Basîr'in arkadaşlarına haber salsan ki, bundan böyle her kim, Medine'ye, senin yanına gelirse, o emniyet ve selâmettedir. O, geri çevrilmeyecektir."

Kureyşin bu rica ve müracaatları üzerine Peygamber Efendimiz de Ebû Basîr ve yanından bulunan Müslümanları dâvet için Ebû Basîr'e bir mektup yazdı.

Ebû Basîr o esnada ağır hasta idi. Resûl-i Ekrem Efendimizin mektubu kendisine ulaştığında son nefeslerini alıp veriyordu. Bu vaziyette mektubu eline aldı, yüzüne gözüne sürdü, henüz tam okumadan da ruhunu teslim etti. Ebû Cendel ve diğer Müslümanlar onun cenaze namazını kılıp defnettiler.

 

 

 

Mekke'den Kaçan Ümmü Külsüm, Peygamberimize İltica Ediyor

   

Mekke'deki azılı düşmanlarından Ukbe bin Ebî Muayt'ın Müslüman olan kızı Ümmü Külsüm, bir yolunu bulup Medine'ye geldi. Resûl-i Ekrem Efendimize iltica edip şöyle dedi:

"Yâ Resûlallah! Ben, dinim için onların yanından kaçıp senin yanına geldim! Beni koru, müşriklere geri çevirme! Beni kâfirlere geri çevirecek olursan, bana işkence yaparlar, dinimden döndürmeye çalışırlar."

Bunun üzerine inen âyet, Peygamber Efendimizin nasıl hareket etmesi gerektiğini tayin etti:

"Ey îmân edenler! Mü'min kadınlar hicret etmiş olarak size geldiğinde onları imtihan edin. Onların imanını Allah hakkıyla bilir. Eğer mü'min olduklarına kanaat getirirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir; onlar da bunlara helâl olmaz.

Müşrik kocalarının onlara verdiği mehri iade edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde o kadınlarla evlenmenizde sizin için bir günah yoktur."

"Kâfir kadınları da nikâhınız altında tutmayın; onlara verdiğiniz mehri geri isteyin. Kâfirler de size katılan Müslüman hanımlarına verdikleri mehri geri istesinler. Allah'ın hükmü budur; aranızda O hükmeder. Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyi hikmetle yapar."(Mümtehine Sûresi, 10.)

Bu âyet-i kerime, Hudeybiye Sulhundaki Medine'ye hicret ve ilticâ edecek Müslümanların iadesi ile ilgili maddenin erkeklere mahsus olduğunu, kadınlara şâmil bulunmadığını ortaya koyuyordu.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, müşriklerin arasından Medine'ye çıkıp gelen erkekleri iade ettiği hâlde Müslüman kadınları geri çevirmedi.

Nitekim, Ümmü Külsüm'ü de kardeşleri Velid bin Ukbe ile Umâre bin Ukbe Medine'ye gelerek istedikleri zaman; Resûl-i Ekrem, 

"Muâhededeki o şartın hükmünü, Allah, kadınlar hakkında bozdu, ortadan kaldırdı." buyurarak, Ümmü Külsüm'ü onlara teslim etmedi.

İnen ayet-i kerimede ayrıca müminlere "Kâfir olan kadınlarınızı artık nikâhınız altında tutmayın." diye emrediliyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer, o zamana kadar nikâhı altında bulunup Mekke'de oturan müşrik iki hanımını boşadı.