GÜNCEL

MEKKE'NİN FETHİNE HAZIRLIK

 

 






Hicretin 8. senesi, Ramazan ayı, Cuma günü. (Milâdî, Ocak 630.)

 

Hudeybiye Anlaşmasına göre Müslümanlarla müşrikler on sene birbirleriyle harp etmeyecek ve anlaşmayı bozmayacaklardı.

Hudeybiye Anlaşmasının bir maddesi, Kureyş'in dışında kalan kabilelere istediği tarafın himâyesine girebilme hakkını tanıyordu

Huzâa Kabilesi Hz. Resûlullahın ahd ve emânına girerek Müslümanlar tarafında yer almış, Benî Bekir Kabilesi ise müşriklerin himayesini kabul ederek onların tarafını tutmuştu.

 


Benî Bekirlerin Huzâalılara Saldırması

 

Bir gün Benî Bekir Kabilesinden biri bir şiirle Hz. Resûlullahı hicv ve tahkire yeltenir. Huzâalılardan bir genç buna tahammül edemez ve adamın başını yaralar. Durumu öğrenen Bekiroğulları bunu Huzâalılara saldırmak için bir sebep sayarlar.

Kureyş müşriklerinden de yardım alan Benî Bekirler, Huzâalıların üzerine ansızın saldırırlar.  Huzâalıları Mekke'nin içine kadar kovalarlar. Harem'de bile adamlarını öldürmekten çekinmezler. Neticede çarpışma Huzâalılardan yirmi üç kişinin öldürülmesiyle son bulur.

Kureyş müşrikleri, bu hareketleriyle Hudeybiye Anlaşmasını resmen ihlâl etmiş oluyorlardı. Fakat, bunun Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından bilinmesinden son derece endişe duyuyor, hatta korkuyorlardı.

 

Huzâalı Amr bin Sâlim, beraberinde kabilesinden kırk kişi ile Medine'ye gelerek durumu olduğu gibi Peygamber Efendimize arzetti ve yardım talebinde bulundu.

Efendimiz (a.s.m.) bir yazı göndererek şöyle dedi:

"Ya Huzâalılardan öldürülenlerin kan bedellerini ödeyiniz! Yahut Benî Bekir Kabilesi ile olan ittifakınızdan vazgeçiniz! Bunlardan birini yapmazsanız, Hudeybiye Anlaşmasını bozduğunuz ve bunun neticesi olarak da sizinle harbetmek mecburiyetinde kalacağımı biliniz."

Kibirden bir heykel kesilmiş müşrik ileri gelenleri, Peygamberimiz (s.a.v.)'in ilk teklifini kabul etmediler ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler.

Daha sonra Hz. Resûlullahın elçisine bu tarz cevap verdiklerine pişman oldular. Meselenin tashihi için Ebû Süfyan'ı Medine'ye gönderdiler. "Git muâhedeyi yenile, mütareke müddetini de uzat.dediler.

 


Ebû Süfyan Medine'de




Peygamber Efendimiz (a.s.m.), daha henüz Ebû Süfyan Medine'ye gelmeden ashabına işin neticesini haber verip şöyle buyuruyordu:

"Ebû Süfyan Hudeybiye Anlaşmasını takviye etmek ve mütâreke müddetini uzatmak için yanımıza gelmek üzeredir. Fakat bu arzusuna nail olamadan öfke ile geri dönecektir."


Hz. Resûlullahın yanına vardı,

"Ey Muhammed!" dedi. "Hudeybiye Muâhedesini yenile ve mütâreke müddetini de uzat!"

Peygamber Efendimiz, "Ey Ebû Süfyan! Sen bunun için mi geldin?" diye sordu.

Ebû Süfyan, 

"Evet, bunun için geldim."

Resûl-i Ekrem, 

"Biz, aramızdaki o ahit üzerinde duruyoruz. Yoksa siz, bir hâdise çıkarıp onu bozdunuz mu?" diye sordu.


Ebû Süfyan bir an durakladı.

" Öyle bir şey yapmadık. Ama biz, her şeye rağmen muâhedenin yenilenmesini istiyoruz." diye hiçbir şey olmamış gibi konuştu.


Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu teklifine bir cevap vermeden sustu.

Ebû Süfyan, cevap alamayınca gidip Hz. Ebu Bekir'e başvurdu.


Hz. Ebû Bekir, "Bu, benim değil, Resûlullahın bileceği, ona ait bir iştir. Ben, buna asla karışamam." diye cevap verdi.


Ebû Süfyan, "Öyle ise, beni himâyene al ve bunu halka bildir." dedi.

Hz. Ebû Bekir, Hz. Resûlullaha sadakâtını bir kere daha belgeledi:


"Benim himâyemde bulunanlar, Resûlullahın himâyesinde bulunanlardır."15 dedi.

Ebû Süfyan, ümitsiz bir vaziyette bu sefer Hz. Ömer'e başvurdu, 

"Muâhedeyi yenilemeye çalış, halkın arasını bul." dedi.


Hz. Ömer, öfkeyle, 

"Demek, siz muâhedeyi bozdunuz, öyle mi?" dedikten sonra ilâve etti:

"Eğer, ondan geride bir şey kalmışsa, Allah onu da bir an evvel yok etsin! Ben, bu hususta, asla gidip Resûlullah'tan şefaat dilemeyeceğim. Vallahi, ben küçük bir karıncadan başka bir şey bulamazsam bile, o karıncadan faydalanır, yine sizinle savaşırım."


Ebû Süfyan'ın içi, Son şansını denemek için Hz. Ali'ye gitti:

"Benim en yakın akrabamsın. Bu akrabalık hakkı için, gidip Resûlullaha bu muâhede işinin yenilenmesi ve müddetin uzatılması için şefaatçı ol." dedi.


Hz. Ali:

"Allah senin iyiliğini versin, ey Ebû Süfyan!" dedi, "Vallahi, Resûlullah Aleyhisselâm bir işte karar verdi mi, onu mutlaka yapar. Bu Resûlullahı ilgilendiren bir iştir. Ben onun hakkında asla bir hüküm veremem.

Bunun üzerine Ebû Süfyan yalvarır bir edâ ile, "Peki, ey Ali, bana bu hususta bir öğüt ver." dedi.


Hz. Ali, 

"Vallahi, ben senin için bu hususta faydalı olacak bir şey bilmiyorum. Ama, sen Kinânelerin büyüğüsün. Kalk, iki taraf halkını uzlaştırmak için himâyene aldığını ilân et! Sonra da yurduna çık git!" dedi.


Çaresiz ve bitkin Ebû Süfyan bu tavsiyeye can simidi gibi yapıştı:

"Evet, sen doğru söyledin. Ben bunu yapmalıyım." diyerek Hz. Ali'nin yanından ayrılıp Mescidi Nebevîye vardı.


Mescidi Nebevîde ayakta dikildi ve

"Ey insanlar! Ben iki tarafı uzlaştırmak için onları himâyeme aldım, haberiniz olsun." dedikten sonra ürkek ürkek ilâve etti


"Muhammed'in, bu taahhüdümde bana vefasızlık edeceğini hiç sanmıyorum."

Efendimizin yanına vardı, "Yâ Muhammed," dedi, "zannetmem ki, bu himâye sözümü reddedesin!"


Peygamber Efendimiz, 

"Ey Ebû Süfyan! Bunu sen söylüyorsun, ben değil." buyurdu.

Ebû Süfyan meseleyi anlamıştı. Görüşmelerinden hiçbir netice alamamanın eziklik ve ümitsizliği içinde devesine zar zor atlayarak Mekke'nin yolunu tuttu.

 


Medine'den Hareket


Ebû Süfyan, kötü bir elçilik yapmış olmanın ezikliği içinde, olup bitenleri olduğu gibi anlattı. Kureyş müşriklerinin korkuları bir kat daha arttı.

O zamana kadar Medine etrafında İslâmiyet ile müşerref olmuş birçok kabile vardı. Peygamber Efendimiz bu arada onlara da 

"Allah'a ve ahiret gününe inanan, Ramazan başında Medine'de hazır bulunsun." diye haber gönderdi.

Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, tek kalp gibi çarpan on bin kişilik muazzam İslâm ordusuna hareket emri verdi. 

Medine'den çıkış Ramazan'ın ilk günlerine rastlıyordu. Bu sebeple Resûl-i Ekrem ve mücahidler oruçlu idiler.

Hava oldukça sıcaktı. Bu sıcaklık altında yol almak, fazlasıyla yorucu ve zahmetliydi. İslâm ordusu Kudeyd mevkiine gelince Peygamber Efendimiz ikindi namazından sonra orucunu açtı ve ashabına da açmalarını emretti.

Yine bu sırada Mekke'den gelen Hz. Abbas ailesiyle Cuhfe mevkiinde İslâm ordusuyla karşılaştı.

Peygamberimiz (s.a.v.)

"Ey Abbas! Sen muhacirlerin sonuncususun." buyurdu. Hz. Abbas, sefer boyunca Peygamber Efendimizin yanından bir an bile olsun ayrılmadı.

 


Ordunun Savaş Düzenine Girişi


Kudeyd mevkiinde konaklayan Peygamber Efendimiz, burada ordusunu savaş düzenine koydu. Muhacirlerin üç bayraktarı vardı: Hz. Ali, Hz. Zübeyr bin Avvam ve Hz. Sa'd bin Ebî Vakkas. Ensarın ise, on iki bayraktarı vardı.

Mekkeli müşriklere Peygamber Efendimiz, gelişini muhteşem bir ateş donanmasıyla bildirmek istedi ve her mücahide ateş yakmalarını emir buyurdu. Bir anda on bin ateş yakıldı. Göz kamaştıran bu manzara Mekke'ye aydınlık saçtı; müşriklere ise korku ve dehşet.

Aralarından göç etmeye mecbur bıraktıkları kâinatın manevî güneşi Peygamber Efendimiz, şimdi etrafında on bin parlak yıldızla Mekke ufuklarında yeniden bütün ihtişamıyla parlıyordu.

 


Ebû Süfyan Peygamberimiz (s.a.v.)'in Huzurunda




Bu arada son derece korkup telaşa kapılan müşrikler, reisleri Ebû Süfyan'la birkaç kişiyi durumu öğrenmek üzere vazifelendirdiler.

Hz. Abbas, Ebû Süfyan'ı alıp Peygamber Efendimizin yanına getirdi. Arkasından Hz. Ömer de eli kılıcının kabzasında Huzur-u Saadete girdi ve şu teklifi yaptı:

Ebû Süfyan'ın İslâm'la Şereflenmesi

Resûl-i Ekrem,

"Ey Ebû Süfyan! Henüz 'Lâ ilâhe İllallah' diyeceğin vakit gelmedi mi?" diye sordu.

Ebû Süfyan zavallıca bir cevap verdi:

"İyi ama bu kadar putları ne yapayım? Lât ve Uzza'dan nasıl vazgeçeyim?"


Hz. Ömer;

"Duâ et ki, çadırın içindesin. Dışında olsaydın, asla bu sözü söyleyemezdin." diye konuştu.


Ebû Süfyan, 

"Yâ Ömer! Yazıklar olsun sana! Sen de baban gibi sertsin. Hem sonra ey Hattab'ın oğlu, ben sana gelmiş değilim. Amcamın oğluna gelmişim. Onunla konuşacağım. Bırak da konuşalım." dedi.


Peygamber Efendimize hitaben de şöyle dedi:

"Babam, anam sana feda olsun! Usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte ve akraba hakkını gözetmede senden daha üstünü yoktur."

Şu itirafı yapmaktan kendini alamadı:

"Vallahi, sanırım ki, Allah'tan başka ilâh olmasa gerek. Çünkü, Allah'la birlikte başka ilâh da bulunmuş olsaydı, elbette beni zararlardan korur, iyiliklerden de faydalandırırdı."


Peygamber Efendimiz,

"Ey Ebû Süfyan 'Muhammedün Resûlullah' diyeceğin zaman daha gelmedi mi?" diye sordu.

"Ya Muhammed," dedi, "bunun için bana biraz müddet tanı. Zira, bundan dolayı zihnimde biraz şüphe var."


Bu esnâda Hz. Abbas söze karıştı:

"Ey Ebû Süfyan," dedi, "yazıklar olsun sana! Aklını başına topla! Ne yaptığının farkında mısın? Boynun vurulmadan önce, Müslüman ol! Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şehâdet getir!"

Bunun üzerine Ebû Süfyan şehâdet getirip Müslüman oldu.

 

İmanının Acil Mükâfatı


Hz. Abbas, Hz. Resûlullahtan, Ebû Süfyan için bir imtiyaz tanımasını istedi.

" Resûlallah" dedi, "Ebû Süfyan üstün tanınmayı, övülüp sevilmeyi seven bir insandır. Ona iftihar vesilesi olacak bir imtiyaz verseniz."

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, "Olur" buyurdu ve ilâve etti:

"Kim, Ebû Süfyan'ın evine girerse emindir."

Ebû Süfyan, 

"Evimin ne genişliği vardır ki?" dedi

Peygamber Efendimiz;

"Kim, Mescid-i Harama girer, sığınırsa emindir" buyurdu.

Ebû Süfyan;

"Mescidi Haram'ın ne genişliği var ki?" diyerek buna da kanaat getirmedi.

Peygamber Efendimiz;

"Kim, kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa ona emân verilmiştir."

 


Ebû Süfyan Mekke'de




Ebû Süfyan sür'atle Mekke'ye vardı. Müslüman olduğunu açıkladı. Sonra da, 

"Ey Kureyşliler! İşte Muhammed! Karşı koyamayacağınız kadar büyük bir orduyla yanı başınıza gelmiş bulunuyor! Müslüman olunuz da selâmete eriniz."  Diye yüksek sesle hitap etti.

Sonra da,

"Kim, Ebû Süfyan'ın evine girer sığınırsa, o emindir! Kim, evine girip kapısını üzerine kaparsa o emindir! Kim, Mescid-i Harama girer sığınırsa, o emindir."  Diye olanca sesiyle bağırdı.

Fakat müşrik ileri gelenleri, hatta karısı Hind, bu davranışı karşısında Ebû Süfyan'a hakaret etti.  Ebû Süfyan'ın tavsiyesi üzerine kimisi evine girdi, kimisi de Mescid-i Harama sığındı.