GÜNCEL

MUTE SAVAŞI

 

 




Hicretin 8. senesi, Sefer ayı.

Hendek Muharebesinde, Benî Mürreler müşriklere yardım etmişlerdi. Ayrıca, peygamberimizin kendilerini cezalandırmak için gönderdiği Beşir bin Sa'd kumandası altındaki otuz kişilik mücahidler birliğinin yirmi sekizini de şehit etmişlerdi.

Peygamberimizin, bu İslâm düşmanı kabileye de gereken dersi vermek istiyordu. Bunun için Galib bin Abdullah'ı iki yüz kişinin başında Benî Mürrelere gönderdi.

Birçoklarını öldürdüler. Kadın ve çocukları da esir aldılar. Birçok deve, sığır ve davar da ganimet olarak ele geçirdiler.

                                           

 

Hz. Usame’nin Hatası

 



Hz. Üsâme bin Zeyd, Mirdas bin Nehik adında birinin peşine düşmüş ve onu müşrik sanarak öldürmüştü.

Medine'ye gelince, Hz. Usame hadiseyi Peygamber Efendimize anlattı. Resûl-i Kibriyâ hiddetle,

"Ey Üsâme! Demek sen 'Lâ ilâhe illallah' demiş olan bir adamı öldürdün ha!" buyurdu.

Hz. Üsâme mazeret beyan etti:

"Ya Resûlallah! O, ancak silahtan korktuğu için 'Lâ ilâhe illallah' demiştir."

Efendimiz bu mazeret karşısında daha da hiddetlendi ve şöyle buyurdu:

"Bari, adamın kalbini de yarsaydın, bu sözü gerçekten mi, yoksa yalandan mı söylediğini öğrenseydin ya!" buyurdu.

Hz. Resûlullahın çok sevdiği ve çoğu zaman terkisinde taşıdığı Hz. Usame der ki: 

"Resûlullah Aleyhisselâm, bu sözü bana o kadar tekrarlayıp durdu ki, keşke o gün yeni Müslüman olmuş ve adamı da ben öldürmemiş olsaydım, diye içimden temenni ettim."

Peygamber Efendimiz sadece onu azarlamakla yetinip, diyetle emretmedi.

"Size İslâm selâmı veren kimseye, dünya hayatının gelip geçici nimet ve ganimetini arzu ederek, 'Sen mü'min değilsin.' demeyin."

Mealindeki ayet-i kerime de bu hâdise üzerine nâzil olmuştu.

 

 

 

 Mute Savaşı

 

Peygamberimiz Busra valisine ashabdan Hâris bin Umeyr el-Ezdî Hazretlerini nâme-i Humâyunla göndermişti. Busra o sırada bir beylik idi. Valisi ve ahalisi ırken Arap oldukları halde, dinen Hristiyan ve siyaseten de Bizans'a tâbi bulunuyorlardı.


Şürahbil, Hz. Hâris'in Peygamberimiz (s.a.v.)'in elçisi olduğunu öğrendiği halde, onu hunharca öldürmüştü. Hz. Hâris, Hz. Resûlullahın şehit edilen ilk ve son elçisidir.

Efendimiz, derhal bir ordu teşkil etti. 3.000 mücahitten meydana gelen bu ordunun başına da kendi azadlısı olan Zeyd bin Hârise'yi tayin etti.

Efendimiz, Zeyd bin Hârise'yi kumandan tayin ettiğini belirttikten sonra da şöyle buyurdu:

"Zeyd şehit olursa, yerine Câfer bin Ebî Talib geçsin! Câfer şehit olursa, yerine Abdullah bin Ravâha geçsin! Abdullah da şehit olursa, Müslümanlar aralarında münasib birini kendilerine kumandan seçsin!"3

Gözyaşları arasında,

"Yâ Resûlallah, keşke sağ kalsalar da kendilerinden faydalansak." derken, Hz. Resûlullah hiçbir cevap vermeyerek sustu.

 


Şürahbil'in Hazırlanması


Şürahbil'in kulağına İslâm ordusunun Medine'den hareket ettiği haberi ulaştı. Şürahbil, hazırlanmakta gecikmedi. Kayser Heraklius'a haber uçurarak, kendisinden yardım dileğinde bulundu.

Mücahidler, burada korkunç bir haberle irkildiler:

"Bizans İmparatoru Heraklius, Rumlardan 100.000 askerin başına geçmiş, güneye doğru yürüyormuş. Harp âlet ve malzemeleri bakımından ordusu son derece mükemmelmiş."


Tarih, Hicretin sekizinci yılı, Cemâziyelevvel ayını gösteriyordu. Yer, Mu'te meydanı idi.Bir tarafta yüz bini aşan gururlu ve intizamlı Hıristiyan Bizans ordusu.

Diğer tarafta, üç bin kişilik, hasmına kıyasla gayet az ve harp malzemelerinden mahrum Hz. Zeyd kumandasındaki İslâm ordusu.

 

Bizans İmparatoru Heraklius, karşısında bir avuç insanı görünce, hadiseye bu kadar ehemmiyet verişinin mânâsız düştüğünü ve onları bir anda yok edeceğini düşünmüş olacak ki, kendisini tutamayarak kahkahalar savurdu.

 


Hz. Zeyd'in Şehadeti

 


Çarpışma şimşek çakışları süratinde başladı. Bir anda yerler kana bulandı. Bir elinde beyaz sancak düşmanla göğüs göğüse kahramanca çarpışan büyük kumandan Hz. Zeyd, Bizanslıların mızrak darbelerine maruz kaldı ve vücudu delik deşik oldu.

Sancak, sahibini bekliyordu. Hz. Zeyd'in şehit olduğunu gören Hz. Resûlullahın talimatı gereği sancağın yeni sahibi, yeni kumandan Hz. Câfer, bir ok sür ‘atinde sıçrayarak o mübarek ak sancağı kaptığı gibi omuzladı.



Hz. Cafer'in Şehit Olması




Hz. Cafer’in de mukadder akıbeti yaklaşıyordu. İnen hain bir kılıç darbesi, sağ kolunu bileğinden kesti. Bu sefer şanlı sancağı, sol eline aldı. Ama fazla sürmeden bu kolu da kesildi.

Mübarek sancağı yere düşürmemek için, bileklerinden aşağısı yere düşmüş kolları ile ona sarıldı. Düşmandan gelen kılıç darbeleri Hz. Cafer’i de Hz. Zeyd'in kavuştuğu şehitlik mertebesine çıkardı. 41 yaşındaki sahabe doksandan fazla mızrak, ok ve kılıç yarası ile şehit oldu.



Sancak Abdullah Bin Revahâ'nın Omuzunda


Kumandanlık sırası Abdullah bin Ravâha Hazretlerine gelmişti. Hz. Abdullah, kahramanca bir çarpışma gösteriyordu. Bir ara aldığı bir kılıç darbesiyle kesilen parmağı sallanmaya başladı.

Yüreği Allah ve Resûlullah muhabbetiyle çarpan bu büyük insan, atından yere indi, parmağının üstüne ayağıyla bastı ve sallanan kısmı kopardıktan sonra tekrar atına atlayarak düşman saflarına doğru bir arslan gibi daldı.  Çarpışma neticesinde Hz. Abdullah da arzuladığı makamların en yücesi olan şehitlik makamına erişti.

 

İslâm Ordusunun Dağılması


Üst üste üç kahraman kumandanını şehit veren ve başsız kalan İslâm ordusu düşman karşısında dağıldı.

Bütün bunlara rağmen, Hz. Resûlullahın aziz sancağı yere düşmüş değildi.  Sancağı elinde tutan sahabî Sâbit bin Akrem,

"Al Resûlullahın şu bayrağını! Ben onu sana vermek üzere aldım. Sen çarpışma hususunda, savaş konusunda benden daha bilgili ve maharetlisin."

Sonra da Hz. Halid'in cevap vermesine fırsat vermeden Müslümanlara dönerek, "Hâlid'i kumandan seçmek hususunda görüş ve söz birliği ediyor musunuz?" diye seslendi.

Gözlerini bu kahraman Sahabînin üzerinden ayırmayan mücahidler, hep bir ağızdan, "Evet" dediler.  Artık İslâm ordusunun kumandanı Hz. Hâlid'di.

 


Kumandan Hâlid bin Velid




Müslümanların başlarına lâyık gördükleri yeni kumandan Hz. Hâlid, cesaretle atını mahmuzlayıp düşman üzerine yürüdü. Kendisini yayından kopmuş oklar halinde mücahitler takip ettiler.

Akşama yakın cereyan eden bu çarpışmada düşman topluluklarından bazıları bozguna bile uğradı. Ne var ki, kendini toparlayan düşman, hava kararmaya başladığı sırada toptan hücuma geçince, bu sefer Müslümanlar geri çekilmek zorunda kaldılar.

 

Hz. Hâlid, Geceyi hep düşünerek, bir takım plân ve düşmanı şaşırtacak taktikler düşündü. Gün doğuşuyla birlikte İslâm ordusu da yeni bir taktik ile düşmanın karşısına dikildi. Düşman ordusu şaşırmıştı:

"Demek ki, Müslümanlara bu gece çok sayıda yardımcı kuvvetler gelmişti. Baksanıza şu sağ kanatta görünenler şimdiye kadar görülmemiş askerlerdir."

Hz. Hâlid, akıllıca bir taktik uygulamıştı: O gece Müslüman bölüklerin yerini değiştirmiş, sağdakileri sola, soldakileri sağa, öndekileri arkaya, arkadakileri de öne almıştı.

Düşman birlikleri ise karşılarında yeni simâlar, yeni kıyafetler görünce, Müslümanlara taze kuvvet gelmiş olduğu zannına kapılmışlar telâş havasına girmişlerdi.

 

Mücahitlerin cesaret ve kahramanlığının, uyguladığı taktikle birleşmesi sonucu elde edilen parlak zaferden dolayı Hz. Hâlid, yüce Allah'a hamdetti. Onun hamdine mücahidler de kendilerine umulmadık bir fırsatı ihsan eden Rablerine şükranlarını takdim ederek katıldılar.

Bu, Yüce Allah'ın gerçekten bir lütfu ve inayetinin eseri idi. Yedi gün devam eden çarpışmalarda İslâm ordusu sadece 15 kadar şehit vermişti

 

 

Medine'ye Dönüş

 


Hz. Halid, Allah'ın yardımıyla mahvolmaktan kurtardığı ordusuyla Medine'ye doğru yola koyuldu.

Mücahitler Medine'ye parlak bir zafer kazanmanın vakar ve haşmetiyle yaklaşıyorlardı. Bu arada mücahidlerden Ya'lâ bin Ümeyye önden giderek, henüz ordu Medine'ye varmadan Hz. Resûlullahın huzuruna çıktı. Olup bitenleri anlatmak isteyince Resûl-i Kibriyâ, 

"İstersen ben olup bitenleri sana anlatayım." buyurdu ve harp safahatını olduğu gibi anlattı. Bu mucize karşısında Hz. Ya'lâ şöyle dedi:

"Seni hak din ve kitapla peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen mücahidlerin hâdiselerinden anlatmadık bir harf bile bırakmadın."

Efendimiz ise, "Allah aradaki mesafeyi ortadan kaldırdı. Ben de savaş meydanını gözlerimle gördüm." buyurdu.

 



İslâm'da Ölünün Ev Halkı İçin Yapılan İlk Yemek


Efendimiz, Hz. Câfer'in Mü'te'de şehid olduğunu gördü. Sonra, Hz. Cafer’in evine gitti.

Hz. Cafer’in Oğullarını tutup yanına getirdi. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz onları bağrına bastı. Öptü, kokladı. Bu esnada kendisini zaptedemeyerek gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

İşte o anda Hz. Esmâ'nın yüreği dağlanır gibi oldu. 

"Yâ Resûlallah," dedi, "anam, babam sana fedâ olsun, sen ne için ağlıyorsun? Yoksa Câfer ve arkadaşlarından sana acı bir haber mi erişti?"

Resûlullah;

"Evet, onlar bugün şehid oldular!"

Hz. Resûlullahın daha sonra Efendimiz Hâne-i Saadetine geldi. Zevcelerine, 

"Cafer ailesi için yemek yapmayı ihmal etmeyiniz." buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Cafer’in ev halkına üç gün yemek yapılıp yedirildi. İslâm'da ölünün ev halkı için yapılan ilk yemek budur.

Efendimiz, Hz. Cafer’in kesilen iki eline karşılık, Cenab-ı Hakk'ın ona iki kanat verdiğini ve cennette, onunla istediği gibi uçup durduğunu haber vermiştir. Bu sebeple ona "Câferi Tayyardenilmiştir.