GÜNCEL

PEYGAMBERİN EVLİLİĞİ VE SONRASI

 

 






Hz. Hatice, Kâinatın Efendisini çocukluğundan beri tanıyordu. Ticaret mallarının başında Şam'a göndermesi ise, onu daha da yakından tanımasına vesile olmuştu. Dul olan Hz. Hatice, o sırada Kureyş kadınları arasında asalet, şeref ve zenginlik bakımından üstün mevkie sahip bulunuyordu.

Daha önce bütün Kureyş büyüklerinin evlenme teklifini reddeden ve âdeta evlenmek fikrini zihninden atmış bulunan Hz. Hatice, bu eşsiz insanla daha yakından tanışınca, bu fikrinden vazgeçti. İlahî kader, bu iki insanın kalbini birbirine ısındırmayı takdir etmişti.

 

Hz. Hatice'den Gelen Teklif

 

Evlenme teklifi, bizzat Hz. Hatice'den geldi. İffeti ve namusunu koruması sebebiyle Cahiliye Devrinde bile tertemiz kadın mâniasına gelen "tâhire" lâkabıyla anılan Hz. Hatice'den teklifi getiren Hz. Hatice'nin yakın arkadaşı Münye kızı Nefise ile Peygamberimiz (s.a.v.) arasında şu konuşma geçti:

"Ey Muhammed, seni evlenmekten alıkoyan şey nedir?"

"Elimde evlenecek kadar param yok."

"Eğer bu temîn edilse ve sen, mala, güzelliğe, şeref ve denkliğe dâvet edilsen icâbet eder misin?"

"Kimdir bu?"

"Hüveylid'in kızı Hatice."

"Ama, bu nasıl olabilir?"

"Orasını ben bilirim."

"O hâlde, ben de kabul ediyorum."

Hz. Hatice'nin sonsuz memnuniyeti, yüzündeki tebessümlerden okunuyordu. Nefise'yle birlikte sevinç ve memnuniyetlerini yaşadıktan sonra, Peygamberimiz (s.a.v.)'e şu haberi gönderdi:

"Ey amcam oğlu! Sen, benim akrabam olduğun3, kavmim içinde şerefli, güvenilir kimse, güzel huylu, doğru sözlü bulunduğun için seninle evlenmeyi arzu ediyorum."

Teklifi alan Efendimiz, durumu amcası Ebû Tâlib'e bildirdi. Ebû Tâlib teklifi tahkik etti. Hz. Hatice'nin böyle bir evliliği istediğini bizzat kendisinden öğrendi.

 

 

Düğün Merasimi





Güzel bir düğün merasimi için gereken her şey bizzat Hz. Hatice tarafından temin edilmişti. Koyunlar kesilmiş, yemekler hazırlanmıştı.

Ebû Tâlip, Hz. Hatice'nin amcası Amr bin Esed'in de muvafakatını istedi. Amr da ayağa kalkarak,

"Ey Kureyş topluluğu, şahid olunuz ki, ben de Muhammed bin Abdullah'a Hüveylid'in kızı Hatice'yi nikâhladım." dedi.

O sırada Resul-i Ekrem Efendimiz 25, Hz. Hatice ise 40 yaşlarında bulunuyorlardı. Evlilikleri Miladi tarihle 595 yılına rastlıyordu. Yâni, Efendimizin nübüvvetinden 15 yıl önce.

Kâinatın Efendisi Peygamberimiz, kendisine "Hatice-i Kübrâ" dediği bu tâhire kadın hayatta olduğu müddetçe bir başka kadınla evlenmedi. Her türlü teselliyi ve en parlak saâdeti bu huzurlu evde buldu.

Hz. Hatice ile evlendikten sonra, onun servetini ticarette kullandı ve bir derece genişliğe kavuştu. Fakat hanımı bol servet sahibi iken o, yine israfa, gösteriş ve lükse kaçmadı.

Daha sonra Hz. Hatice-i Kübrâ`dan, Resul-i Ekrem Efendimizin, sırasıyla Kasım, Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah (Tayyib-Tahir) adında altı çocuğu oldu.

Resul-i Ekrem Efendimiz, Hz. Hatice`nin keremkârlığını, hayırseverliğini ve kendisine yaptığı büyük yardımı her zaman yâd ederdi. Bu yâd ediş, Hz. Âişe Validemize,

"Hatice-i Kübrâ`dan başka, Nebiyy-i Ekremin zevcelerinden hiçbirini kıskanmadım."

Dedirtecek ve onun kıskançlık damarını tahrik edecek kadar fazla idi.

 

 

Peygamber Efendimizin Zeyd Bin Hârise`yi Âzad Etmesi

   


Zeyd bin Hârise, Henüz sekiz yaşlarında bir küçük çoban iken, annesiyle beraber gittiği akrabalarının yanında, bir başka kabilenin baskını sırasında esir alınmıştı.

Esirler pazarından da Hz. Hatice'nin yeğeni Hâkim bin Hizân tarafından 400 dirheme satın alınıp Mekke'ye getirilmişti. Hatice, Zeyd'i yeğeninden almış ve evinde barındırıyordu.

Resûl-i Ekrem, bu küçük çocuğu sevmişti. Bu sebeple Hz. Hatice'den onu kendisine bağışlamasını istedi. Muhterem zevceleri, Peygamberimiz (s.a.v.) in bu arzusunu yerine getirdi. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz de onu alır almaz, azâd etti.


Zeyd`in Yeri Tesbit Edildi


Günün birinde Kelb kabilesinden birkaç kişi Kâbe'yi ziyarete geldi. Bu arada Zeyd'i gördüler ve kendisiyle sohbet edince de tanıdılar. Babasının, annesinin durmadan kendisi için gözyaşı döktüklerini, hasretiyle yanıp tutuştuklarını Zeyd'e anlattılar.

Bu haberi alan Hârise, kardeşi Kâb'la birlikte yanına fazla miktarda akçe de alarak Zeyd'i kurtarmak için derhal Mekke'ye geldi. Sorup soruşturup, Resûl-i Ekrem Efendimizi buldu ve,

"Ey Kureyş Kavminin Efendisi, "Yanında bulunan oğlumuz için sana geldik. Sen bizi memnun ve razı edecek bir fidye-i necât (kurtuluş akçesi) iste; biz sana onu verelim, oğlumuzu serbest bırak."

Nebiyy-i Ekrem,

"Eğer sizi tercih ederse, fidye-i necât almaksızın o sizindir, alın götürün. Yok, eğer beni tercih ederse, vallahi, ben, beni tercih edene, kimseyi tercih etmem."

Diye konuştu. 

Hârise ve kardeşi, Efendimizin bu konuşmasından memnun oldular ve 

"Sen," dediler, "bize karşı çok insaflı davrandın."

Huzura gelen Zeyd'e, Efendimiz,

"Sen benim kim olduğumu öğrendin. Sana olan şefkat ve sevgimi de gördün. O hâlde ya beni tercih et yanımda kal; ya onları tercih et, git." 

Diyerek onu tercihinde serbest bıraktı. Zeyd'in cevabı şu oldu:

"Ben hiçbir kimseyi sana tercih etmem. Sen, benim için anne ve baba makamındasın."

Oğlunun bu cevabı karşısında şaşıran ve sarsılan baba Hârise, hiddetle,

"Yazıklar olsun sana," dedi. "Demek ki, sen köleliği hürriyete, anne, bababa, amcana ve ev halkına tercih ediyorsun."

Fakat Zeyd, babasıyla aynı kanaatte değildi. 

"Babacığım," dedi, "ben, bu zâttan öyle şeyler gördüm ki, kendisine hiçbir zaman başka bir kimseyi tercih edemem."

Küçük Zeyd, böylece Resûl-i Ekrem Efendimize olan sadakat ve bağlılığını ispatlamıştı. Kader, ona nurlu ve parlak bir istikbal hazırlıyordu. Bu hâli, onun ilk müjdesiydi.

 

Efendimizin Zeyd'i Evlat Edinmesi

 

Peygamber Efendimiz Zeyd'e, bu eşsiz bağlılığının mükâfatını vermede gecikmedi. Hemen elinden tutarak, onu Kureyş'in oturduğu Hıcır mahalline götürdü ve halka şöyle hitap etti:

"Ey hazır bulunanlar! Şâhid olunuz ki, bundan böyle Zeyd benim oğlumdur. Ben, ona vârisim, o da bana vâristir."

Mekkeliler birini evlat edinmek istedikleri zaman böyle yaparlardı. Efendimiz de, onların bu âdetlerine uyarak Zeyd'i böylece kendisine evlat edinmiş oldu.

Bundan sonra, Mekke'de, herkes Zeyd'i "Muhammed'in oğlu Zeyd" diye çağırmaya başladı.

Efendimiz, peygamberlik vazifesiyle memur edilip, vahiy gelmeye başlayınca, evlâdlıkların kendi öz babalarının adlarıyla çağrılmaları emredildi.  Bunun üzerine, Hz. Zeyd, babasının ismiyle, Hârise oğlu Zeyd diye çağrıldı.

Bu konudaki âyet-i kerimede meâlen şöyle buyurulur:

"Onları kendi babalarına nisbet edin; Allah katında doğru olan budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, zâten onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır..."

Resûl-i Ekrem, daha sonra da çok sevdiği bu büyük insanı, dadısı Ümmü Eymen'le evlendirecektir ve bu evlilikten yine çok sevdiği ve çoğu zaman terkisinde taşıdığı Üsâme Hazretleri dünyaya gelecektir.




Kabe’nin İnşası




Kâinatın Efendisi otuz beş yaşında idi. Yıllardan beri yağan yağmur ve neticede meydana gelen seller, yapı itibarıyla pek sağlam olmayan Kâbe’yi oldukça yıpratmıştı. Çatısız bulunması sebebiyle de yağan yağmurlar temeline kadar tesir etmiş ve binayı âdeta harap bir hale getirmişti. Bu arada bir hâdise daha oldu. Kadının biri Harem'de ateş yaktı. Ateşin korundan sıçrayan kıvılcımlar, Kâbe'nin örtüsünü tutuşturdu ve yanmasına sebep oldu.

Cidde'ye gitmek üzere Mısır'dan yola çıkmış bulunan bir Bizans gemisi, Cidde yakınlarında karaya oturdu. Bunu haber alan Kureyş, olay yerine bir heyet gönderdi. Geminin yükü yumuşak aktaş, tahta, direk ve demirdi. Bunlar Kureyş'in arayıp da bulamadıkları şeylerdi. Heyet, gemide bulunanlarla anlaşarak keresteyi satın aldı.

 

Hz. İbrahim’in Yaptığı Temel


Kâbe duvarlarının taşlarla örülmesi işi, kur'a ile kabileler arasında dörde taksim edildi. Her kabile, kendisine düşen tarafı yıkıyordu. Hazret-i İbrahim’in attığı temele kadar inildi. Bundan sonra, birbiriyle kaynaşmış deve sırtı gibi yeşil yeşil taşlar görülmeye başlandı.

İçlerinden biri bu yeşil taşlara kazmayı sallayınca, birden zelzeleye uğramış gibi Mekke'nin sarsıldığını gördüler. Herkeste bir korku ve telâş başladı. Bundan sonrasını yıkmaya müsaade bulunmadığını anlayıp, kazdıklarıyla iktifâ ettiler.

 

Kabileler Arasında Anlaşmazlık Çıkması

 


Herkes kendisine düşen taraf için taş taşıyor ve duvarlar örülüyordu. Bina, Hacerü'l-Esved'in konulacağı yere kadar yükseltilmişti. Ancak, bu mübarek taşı yerine koymada kabileler arasında anlaşmazlık çıktı. Her kabile, kendisini diğer kabilelerden bu hususa daha lâyık görüyordu.  İş kızıştı, tartışma sertleşti. Öyle ki, birbirleriyle vuruşacaklarına dair yemin bile ettiler.

Bu duruma bir çare bulmak gerekiyordu. Dört beş gün Kâbe'nin duvarlarına tek taş koymadan, Kureyş kabileleri, bekleyip durdular.  Kureyş'in en yaşlılarından Ebu Ümeyye diye bilinen Huzeyfe bin Muğire, ortaya atıldı ve taraflara şu teklifi sundu:

"Ey Kureyşliler! Anlaşamadığınız şu işte, ma'bedin kapısından (Benî Şeybe kapısını eliyle işaret ederek) ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın, o kimse bu işi bir neticeye bağlasın."

Ebû Ümeyye'nin bu beklenmedik teklifi, taraflarca tereddütsüz kabul gördü.

Kapıdan bir zât belirdi. Uzaktan fark ettiler, kendisine mahsus boyu, posu ve yürüyüşüyle vakar içinde gelen bu zâtı derhal tanıdılar ve sevinç içinde bağırdılar:

"El-Emîn, o! Muhammed, o! Onun aramızda vereceği hükme razıyız."

Evet, gelen Muhammedü'l-Emîndi (a.s.m.). Herkesin itimadını kazanmış olan dürüst insandı.  Kureyş, durumu kendilerine anlattı. Kalbi gibi, zihni de tertemizdi, Efendimizin. İsâbetli kararı vermekte gecikmedi ve şu emri verdi:

"Hemen bana bir örtü getiriniz!"

Kâinatın Efendisi, getirilen örtüyü yere serdi.  Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), Hacerü'l-Esved'i bu örtünün ortasına koydu. Sonra da,

"Her kabileden bir kişi bunun birer köşesinden tutsun!" Diye emretti.

Öyle yaptılar. Hacerü'l-Esved'i örtüyle konulacak yere kadar kaldırdılar. Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hacerü'l-Esved'i bizzat kendi elleriyle yerine koyarak, bu şerefe nâil oldu. Bundan sonra duvar örülmeye başlandı ve kısa zamanda tamamlandı.

 

Peygamberimizin Hz. Ali'yi Yanına Alması

   


Efendiler Efendisi otuz altı yaşında. Milâdî, 607 senesi. Mekke`de şiddetli bir kuraklık ve kıtlık baş göstermişti. Çoğu âile, geçim sıkıntısından perişan bir durumda idi. Geçim sıkıntısı içinde bulunan âilelerden biri de Resûl-i Ekrem Efendimizin amcası Ebû Talib âilesi idi.

Efendimiz derhal harekete geçti. Hali vakti yerinde olan diğer amcası Hz. Abbas`a koştu, durumu kendisine arz etti. Sıkıntı içinde kıvranan Ebû Talib`e yardım ellerini uzatmaları, yükünü bir nebze olsun hafifletmeleri gerektiğini anlattı.

Hz. Abbas, Efendimizin bu dâvetini memnuniyetle karşıladı ve birlikte Ebû Talib`e vardılar.

Maksadlarını Ebû Talib`e açınca, o bundan memnuniyet duydu ve sonunda Efendimiz; ismini bizzat koyduğu Hz. Ali`yi, Hz. Abbas da Hz. Cafer`i himâyesine aldı. O sırada, Hz. Ali, dört veya beş yaşında bulunuyordu.