TEBÜK SEFERİNDEN SONRA
Peygamber Efendimizin Kızı Hz. Ümmü Gülsüm`Ün Vefatı
Hicretin 9. senesi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz kerimesi ve Hz. Osman'ın zevcesi Hz. Ümmü Gülsüm Hicretin dokuzuncu senesinde vefat etti. Yıkanıp kefenlendikten sonra, namazını bizzat Peygamber Efendimiz (a.s.m.) kıldırdı.
Defnedildikten sonra kabrinin başında bir müddet oturdu. Bu sırada gözlerinden yaşlar aktığı görüldü. Hz. Ümmü Gülsüm, Peygamber Efendimizin en küçük kızı Fâtıma'nın büyüğü idi. Annesi Hz. Hatice Müslüman olduğu sırada Müslüman olmuştu.
Sakif Kabilesi (Taif) Heyetinin Medine’ye Gelişi
Hicretin 9. senesi, Ramazan ayı.
Müslüman olurlarsa rahat edebileceklerinin idrakine varan Sakifliler, Hicretin 9. yılı Ramazan ayında Medine'ye, Peygamberimiz (s.a.v.)'e bir heyet gönderdiler.
Heyettekiler Peygamberimiz (s.a.v.) İle konuşup Müslüman oldukları sırada, Heyetin en küçüğü olan Osman bin Ebî As Kur'an okumasını öğrendiği gibi, bir hayli de ezber yapmıştı. Heyettekiler kendileri için namaz kıldıracak bir imam istediklerinde de Peygamberimiz (s.a.v.), kendilerinden olan bu genci imam olarak vazifelendirdi.
Bir müddet kaldıktan sonra, Abdi Yalil başkanlığındaki Sakif heyeti Müslüman olarak Medine'den yurtlarına döndü. Olup bitenleri anlatınca Sakifliler de Müslüman oldular.
Lât Putunun Yıktırılışı
Sakifliler, kendi putları Lât'ı elleriyle kırmak istemediklerinden, Peygamberimiz (s.a.v.) bu putu yıkmak için Ebû Süfyan bin Harb ile Muğire bin Şu'be'yi gönderdi.
Daha düne kadar, Lât ve Uzza önünde eğilen Ebû Süfyan, Lât putunu kırarak darmadağın ettiler.
Baş Münafık, Abdullah Bin Übeyy Bin Selûl'ün Ölümü
Abdullah bin Übeyy bin Selûl, münâfıkların reisi idi. İslamiyet’e mâni olmak ve Müslümanları birbirine düşürmek için elinden gelen bütün gayreti ömrü boyunca göstermekten geri durmamıştı. Hicretin 9. senesi Zilkâde ayında öldü.
Peygamberimizin Cenaze Namazını Kıldırması
Abdullah bin Übeyy, münâfıkların reisi iken, oğlu Abdullah son derece samimi ve muttaki bir Müslümandı.
Babası vefat ettikten sonra, oğlu Abdullah babasının vasiyeti üzerine Hz. Resûlullahın huzuruna çıkarak,
"Yâ Resûlallah! Gömleğini bana versen de babamı onunla kefenlesem." dedi. Sonra da "Yâ Resûlallah! Onun namazını kılıp istiğfarda bulunsanız." diye ricada bulundu.
Gariptir ki, hayatı boyunca İslâmiyet aleyhinde plânların tasavvuru ve tahakkuku ile meşgul olan bu adamın kefenlenmesi için Resûl-i Ekrem Efendimiz sırtından gömleğini çıkarıp Hz. Abdullah`a verdi ve "Cenaze hazırlanınca bana haber veriniz, namazını kılayım." buyurdu.
Hz. Ömer`in İkazı
Cenaze hazırlanmıştı. Peygamber Efendimiz namazı kılmaya kalkarken Hz. Ömer, arkasından ridasına yapıştı,
"Yâ Resûlallah! Allah sizi münâfıklar üzerine namaz kılmaktan nehyetmedi mi?" dedi.
Peygamber Efendimiz gülümseyerek şöyle dedi:
"Ben, istiğfar etmek veya etmemekte serbest bırakılmışım. Ben de tercihimi yaptım. Allah Teâlâ, `Onlar adına ister af dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen yine Allah onları bağışlayacak değildir...` (Tevbe, 9/80) buyurmuştur."
Daha sonra Resûlallah (a.s.m.), Abdullah bin Übeyy`in cenaze namazını kıldı ve kabri başına kadar da gitti.
Nâzil Olan Âyet
Aradan çok zaman geçmeden Peygamberimize münafık ölüleri hakkında Cenâb-ı Hak tarafından şu kesin emir verildi:
"Onlardan ölen hiçbir kimsenin asla namazını kılma ve kabrinin başında durma. Onlar Allah`ı ve Resulünü inkâr etmişler ve Allah`a itaatten çıkmış olarak ölüp gitmişlerdir."
Bundan sonra Peygamber Efendimiz, hiçbir münafığın cenaze namazını kılmadı. Kabrinin başında da durmadı.
Efendimize, gömleğini niçin verdiği ve cenaze namazını niçin kıldığı sorulduğunda, şu cevabı vermişti:
"Gömleğim ve onun üzerine kıldığım namazım, kendisini Rabbimden gelecek azabdan kurtaramayacaktır. Fakat ben, bu sayede onun kavminden bin kişinin samimi Müslüman olmasını umuyorum."
Gerçekten de Abdullah bin Übeyy`in vefât ederken peygamberimizden medet umduğunu gören bin kişi samimiyetle Müslüman olmuştur. Bunu gören Hz. Ömer de davranışından pişmanlık duymuş, "Allah ve Resûlü elbette daha iyi bilir." demiştir.
Haccın Farz Kılınması, Hz. Ebu Bekir'in Hac Emiri Tayin Edilmesi
İslâm'ın beş şartından biri olan hac, Hicretin 9. senesinde farz kılındı.
"Muhakkak ki, insanların ibadeti için kurulan ilk mabet, Mekke'deki o çok mübarek ve insanların kıblesi olup âlemlere doğru yol gösteren Kâbe'dir. Onda, Allah katındaki şeref ve hürmetini gösteren apaçık deliller ve İbrahim'in makamı vardır. Ona giren her türlü tecavüzden emin olur. Ona varmaya gücü yeten kimsenin Kâbe'yi tavaf etmesi ise, Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Her kim bu hakkı tanımaz ve haccı inkâr ederse, doğrusu Allah bütün âlemlerden müstağnidir, kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur."
Mealindeki ayet-i kerimeler Hicretin dokuzuncu yılında nazil olunca, Hz. Resûlullah;
"Ey insanlar, hac üzerinize farz kılındı. O hâlde haccediniz."
Resûl-i Ekremin bu tebliği üzerine sahabîler,
"Yâ Resûlallah, her yıl mı?" diye sordular.
Peygamberimiz (s.a.v.);
"Hayır! Her yıl değil. Şayet 'Evet' demiş olsaydım, muhakkak ki her sene haccetmek üzerinize farz olurdu. Ve siz buna güç yetiremezdiniz."
Hacc farz kılınınca Peygamber Efendimiz hac yapmak istedi. Fakat sonra,
"Beytullahta müşrikler de bulunacaklar ve onu çıplak tavaf edecekler. Bu hâl ortadan kalkmadıkça, ben haccetmek istemem." Buyurarak şimdilik bu isteğini tehir etti.
Gerçekten müşrikler, geceleyin Kâbe'yi kadın erkek karışık ve çıplak olarak tavaf ederlerdi. Üstelik bunu, Kâbe'ye hürmet sayarlardı.
Hz. Ebu Bekir’in Hac Emirliğine Tayini
Efendimiz, kendisi gitmeyince, Hicretin dokuzuncu yılında Hz. Ebu Bekir'i Müslümanlara haccettirmek ve hac yapma usûlünü öğretmek üzere Hac Emîri olarak tayin etti. Hz. Ebu Bekir, üç yüz Müslümanla Medine'den yola çıktı. Medinelilerin ihrama girme yeri olan Zülhuleyfe'ye varınca orada ihrama girdi.
Peygamber Efendimizin Oğlu Hz. İbrahim’in Vefatı
Hicretin 10. senesi, Rebiülevvel ayının onuncu günü, Salı.
Hz. Hatice'den dünyaya gelen iki oğlu Kasım ve Abdullah'ı henüz Mekke'de iken ve bebek yaşta ebedî âleme uğurlamıştı. Hz. Mâriye'den sevgili oğlu İbrahim'in dünyaya gelişi onu bir derece teselli ediyordu. Bu sebeple, bu biricik oğlunu fazlasıyla seviyordu.
Hz. İbrahim on altı ayına henüz ayak basmıştı. Bu sırada Peygamber Efendimiz onun hastalandığı haberini aldı. Sevgili oğlunun annesi Hz. Mâriye ile birlikte oturdukları bağ içindeki evine gitti.
Bunu fark eden Efendimiz, kucağında tuttuğu sevgili oğlunun yavaş yavaş kayan gözlerine bakarak,
"Allah'ın takdirine karşı elden ne gelir, ey İbrahim!" Buyurdu. Az sonra Hz. İbrahim fani dünyaya gözlerini yumdu.
Bu esnada Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübârek gözlerinden yaşlar boşandı. Hz. Abdurrahman bin Avf,
"Yâ Resûlallah! Siz de mi ağlıyorsunuz? Böyle ağlamaktan halkı men etmemiş miydiniz?" deyince,
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurdular:
"Ey ibni Avf? Ben size günah ve ahmaklığın ifadesi olan şu iki ağlayış ve bağırışı yasakladım: Nimete kavuşulduğu sıradaki eğlence, oyun bağırışından ve musibet ve felâket sırasındaki bağırışla yüz göz tırmalamak, üst baş yırtmaktan. Benim bu ağlamam ise, şefkatin eseridir, acımadan ibarettir. Merhamet etmeyene, merhamet edilmez!"
Bir erkek evlâda doyamamanın hasretli gözyaşlarını akıtan Efendimiz, daha sonra karşısındaki dağa bakarak şöyle buyurdu:
"Ey dağ! Eğer, bendeki üzüntü sende olsaydı, muhakkak yıkılmış gitmiştin. Fakat biz, Allah'ın bize emrettiğini söyleriz: 'İnnâ lillahi ve İnnâ ileyhi râciûn"'
Teçhiz ve tekfininden sonra, en mûtenâ ve mübârek eller üzerinde Hz. İbrahim, Baki' mezarlığına götürüldü. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) orada cenaze namazını kıldırdı.
Peygamberimiz (s.a.v.)'in Müslümanları İkazı
Hz. İbrahim'in vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. Halk bunun, onun vefatıyla ilgili olduğunu sanarak,
"İbrahim'in ölümü sebebiyle güneş tutuldu." dedi.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bunu duyunca, Mescid-i Şerife vardı ve Allah'a hamd ve senâdan sonra Ashab-ı Kirama şu dersi verdi:
"Ey insanlar! Biliniz ki, güneş ve ay; Allah'ın kudret alâmetlerinden ikisidir. Bir kimsenin vefatı veya birinin hayatı sebebiyle tutulmazlar. Bunları tutulmuş gördüğünüzde, hemen mescitlere gidiniz. Onlar açılıncaya kadar da Allah'a dua ediniz, namaz kılınız!"
Hz. İbrahim'in ölümü ile Peygamber Efendimizin çocuklarından sadece kızı Fâtıma hayatta kalmış oluyordu. Bu da onun neslinin hikmete binâen oğullarından değil, kızından devam edeceğinin bir ifadesiydi.
-
Halid Bin Velid`in Necran`a Gönderilmesi
Efendimiz bu tarihte Hz. Halid bin Velid'i dört yüz mücahitle Yemen civarındaki Necran'da oturan Haris bin Ka'boğullarına gönderdi.
Resûlullahın Halid bin Velid'e emri şöyleydi:
"Onları üç gün İslâma dâvet et, icâbet ederlerse, gerekeni yap. Şayet icabet etmekten kaçınırlarsa onlarla savaş!"
Hâris bin Ka'boğullarını üç gün üst üste İslamiyet’e dâvet etti. Necran halkı, sonunda dâvete icabet ederek Müslüman oldu. Peygamber Efendimiz, Benî Hâris bin Ka'boğullarına elçiler arasında bulunan Kays bin Husayn'ı vali ve kumandan tayin etti.
Müslüman Beldelere Vali ve Zekât Memurları Gönderilmesi
Hicretin onuncu senesinde, İslâm güneşi birçok beldede bütün haşmetiyle parlamaya başlamıştı. Bu sırada Peygamber Efendimiz, İslamiyet’in yayıldığı bütün beldelere vâliler ve zekât, sadaka tahsil memurları gönderdi.
Muaz bin Cebel Yemen`e Gönderiliyor
Hz. Muaz valiliklerin en büyüğü olan Cened valiliğine tayin edilmişti. Orada kadılık yapacak, halka İslamiyet’i, Kur'an-ı Kerim okumayı öğretecek, Yemen ülkesinde tahsil edilen zekât ve sadakaları da vazifelilerden teslim alacaktı.
Hz. Muaz, Medine'den ayrılacağı sırada Peygamber Efendimiz ona,
"Sana hâlli için herhangi bir dava getirildiği zaman nasıl ve neye göre hüküm verirsin?" diye sordu. Hz. Muaz,
"Allah'ın kitabındaki hükümlerle hüküm veririm." dedi. Resul-i Ekrem Efendimiz,
"Eğer Allah'ın kitabında onunla ilgili bir hüküm bulamazsan neye göre hüküm verirsin?" diye sordu. Hz. Muaz,
"Resûlullahın sünnetine göre hüküm veririm." dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu sefer,
"Resûlullahın sünnetinde de onunla ilgili bir hüküm bulamazsan, ne yaparsın?" diye sordu. Hz. Muaz,
"O zaman, kendi görüşüme göre içtihad eder, hüküm veririm." dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz bundan son derece memnun oldu. Bu memnuniyetini şöyle ifade etti:
"Allah'a hamdolsun ki, Resûlullahın elçisini, Resûlullahın razı olduğu şeye muvaffak kıldı."
Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Her ne halde ve nerede olursan ol, Allah'tan kork!" buyurdu.
Hz. Muaz ile beraberinde gönderdiği Ebû Mûsa el-Eşarî'yi uğurlarken de son tavsiyesi şu oldu:
"Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! Birbirinizle anlaşın, iyi geçinin, ihtilâfa düşmeyin!"
Hz. Ali`nin Yemen`e Gönderilmesi
Hz. Ali'ye, Yemen'de bulunan Mezhiçlere gidip onları İslamiyet’e dâvet etmek vazifesini verdi. Hz. Ali ile birlikte üç yüz süvari vardı. Hz. Ali, mâiyetindeki mücahitlerle Yemen mıntıkasına vardı. Kendisini karşılayan halkı Müslüman olmaya çağırdı. Halk bu dâvete icabet etmeyerek karşı koydu.
Bunun üzerine Hz. Ali, ordusunu düzene soktu ve onlarla çarpıştı. Mücahitlere karşı duramayan düşman, sonunda dâvete icabet etmeye mecbur kalıp, Müslüman olmayı kabul etti. Reislerinden bazıları gelerek Müslüman olduklarını ve arkalarında bulunan kabilelerinin de temsilcileri bulunduklarını bildirdiler. Zekâtlarını da getirip Hz. Ali'ye teslim ettiler.
Hz. Ali daha sonra, Veda Haccı sırasında gelip Peygamberimiz (s.a.v.)'e kavuştu.