UHUD SAVAŞI
Bedir’de Ebu Sufyan hariç geri kalan neredeyse tüm yönetim kadrosu helak olmuştu. Bu durumu fırsat bilen Ebu Sufyan, Kureyşlileri hemen etrafında topladı ve bir liderin ihtiyaç duyduğu hamasi söylemlerle intikam duygularını kabarttı. Bir savaşın daha yapılacağının sözünü verdi ve hatta Bedir Savaşı’na konu olan kervanın mallarını sahiplerine teslim etmeyip savaş hazırlıkları için ayırdı.
Peygamberimiz, Mekkeli müşriklerin Uhud Savaşı için hazırlık yaptığı istihbaratını alınca hemen Medine içi ve dışında tedbirler almaya başladı. Diğer birçok hadisede olduğu gibi Allah Resûlü (sav), düşmanlar daha beldelerini terk etmeden onların harekât bilgilerine vâkıf olmuştu. Akabinde de ashabıyla istişare etti.
Peygamberin ashabı ile istişaresi
Allah Resûlü (sav), ashabıyla istişare ederken gördüğü bir rüyayı ashabına anlattı:
“‘Ben kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm. Kılıcım Zülfikar’ın ağzında ise, bir gediğin açıldığını gördüm. Boğazlanmış bir sığır, arkasından da bir koç gördüm.’
Sahabiler, ‘Bunu ne şekilde tabir ediyorsun, ya Resûlullah?’ diye sordular.
Resûlullah’ın (sav) cevabı şu oldu: ‘
Sağlam zırh giymek Medine’ye, Medine’de kalmaya işarettir. Kılıcımın ağzında bir gediğin açılmasını görmüş olmam, bir zarara uğrayacağıma işarettir. Boğazlanmış sığır, ashabımdan bir kısmının şehit edileceğine işarettir. Onun arkasından bir koçun getirilmesine gelince o, askerî bir birliğe işarettir ki inşallah Allah (cc) onları öldürecektir.’”
Peygamberimiz (sav) ashabıyla istişare ederken sahabilerin çoğu Medine dışında düşmanla karşılaşmayı görüş olarak beyan ettiler ve farklı gerekçeler ileri sürdüler
‘Ya Resûlullah! Biz, Allah’tan bugünü isterdik. Bizleri dışarı çıkar. Düşmanlarımızla göğüs göğüsse savaşalım!’ ”[3]
Hamza (ra) ise şöyle söylüyordu:
“‘Ya Resûlullah! Sana Kitap’ı indiren Allah’a yemin ederim ki, bu kılıcımla Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça yemek yemeyeceğim.’
Peygamberimiz (sav) farklı görüşteydi. Buna rağmen ashabının çoğunluğunun görüşüne uyarak savaş için hazırlık yapmaya başladı.
Bu sırada Sa’d ibni Muaz (ra) sahabileri, ‘Medine’den çıkmak istemediği hâlde, siz çıkmaları için Resûlullah’a ısrar edip durdunuz. Hâlbuki ona emir gökten iner. Siz bu işi ona bırakınız. Onun istediğini yapınız!’ diyerek uyardı.
Bunun üzerine sahabiler Peygamberimize (sav) giderek durumu arz ettiler: ‘Ya Resûlullah! Senin hoşlanmadığın şeyi biz istemeyiz. Eğer Medine’de kalmak istiyorsan kalalım! Sana aykırı hareket edemeyiz.’
Resûlullah’ın (sav) cevabı şu oldu: ‘Bir peygambere, zırhını giydikten sonra, düşmanla çarpışmadan ve Allah, onunla düşmanları arasında hükmünü vermeden zırhını sırtından çıkarmak yakışmaz.’
Ordudan Münafıkların Ayrılması
Nitekim Allâh Resûlü, cuma namazını müteâkip Medîne’de Abdullâh bin Ümm-i Mektûm’u vekil bırakarak bin kişilik ordusuyla yola çıktı. Ancak yolda münâfıkların elebaşısı Abdullâh bin Übey’in, üç yüz kişilik taraftarıyla beraber geri dönmesi üzerine İslâm ordusundaki asker sayısı yedi yüze düştü.
Münafıkların ordudan ayrılışı, bir bakıma ilâhî bir lütuf olmuştu. Çünkü onların bu davranışıyla ordu zayıflamamış, aksine içinde bulunan iki yüzlü ve ürkek yüreklerden temizlenmiş, böylece manevi yönden daha dinç ve zinde bir hâle gelmişti. Zîrâ onların savaş ânında ihanetleri daha tehlikeli olabilir, müminlerin maneviyatını sarsabilirdi.
50 Okçu
Hazret-i Peygamber, ordusunun arkasını Uhud Dağı’na verdi. Ayneyn Tepesi’ne de düşmanın bu aradaki vâdiden saldırma ihtimâline karşı elli okçu yerleştirdi. Başlarına Abdullâh bin Cübeyr’i tâyin ederek onlara şu tembihte bulundu:
“−Siz bizim arkamızı muhafaza edeceksiniz. Düşman galip gelsin veya mağlup olsun, benden haber gelmedikçe yerlerinizden ayrılmayınız!”
Savaş Başladı
Harp, âdet olduğu üzere, yine mübareze ile başladı.
Allâh’ın Arslanı Hz.Ali, müşriklerin sancaktarı Talha’yı bir vuruşta yere serdi. Kureyş sancağını alan Talha’nın kardeşi Osman’ı da Hz. Hamza; üçüncü sancaktarı ise Sa’d bin Ebî Vakkâs öldürdü.
Nihâyet harp, bütün şiddetiyle başladı. Çarpışma iyice kızıştığı bir sırada Allâh Resulü, üzerinde:
“Korkaklıkta âr ve zillet, ileri atılmakta şeref ve izzet vardır!” sözleri yazılı kılıcını göstererek:
“−Bunu benden kim alır?” diye sordu. Sahâbîler:
“−Ben, ben!” diyerek onu almak üzere ellerini uzattılar. Efendimiz:
“−Bu kılıcı, hakkını vermek üzere kim alır?” diye sorunca, onu almaktan çekindiler. Ensâr’dan Ebû Dücâne ayağa kalkıp:
“−Onun hakkı nedir ey Allâh’ın Resûlü?” diye sordu. Peygamber Efendimiz:
“−Onun hakkı, eğilip bükülünceye kadar, düşmanla vuruşmandır...” buyurdu. Ebû Dücâne:
“−Ben onu hakkını vermek üzere alırım yâ Resûlallâh!” dedi.
Ebû Dücâne kılıcı aldı, kırmızı sarığını çıkarıp başına sardı ve İslâm saflarıyla müşriklerin safları arasında, kurula kurula, çalımlı çalımlı yürümeye başladı. Peygamber Efendimiz onun gururlu ve kibirli bir şekilde yürüdüğünü görünce:
“−Bu öyle bir yürüyüştür ki, Allâh ona bu gibi durumların hâricinde buğzeder!” buyurdu. (İbn-i Hişâm, III, 11-12; Vâkıdî, I, 259; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 128)
Yahudi Âlimlerinden Muhayrık Müslüman Olması
Harp esnasında Yahûdî âlimlerinden Muhayrık Müslüman oldu. O, Peygamber Efendimizi Tevrât’ta anlatılan sıfatlarıyla çok iyi tanırdı. İlmen bulduğu hakikati Uhud’a kadar açıklayamamıştı. Âlemlerin Efendisi Uhud Savaşı’na çıktığı zaman Yahudilere:
“–Ey Yahudi cemaati! Vallâhi siz Muhammed’in peygamber olduğunu ve O’na yardım etmeniz gerektiğini pekâlâ biliyorsunuz!” dedi. Yahudiler:
“–Bugün cumartesi günüdür; hiçbir şeyle uğraşılmaz!” dediler.
Muhayrık:
“–Sizin için cumartesi diye bir şey yoktur!” dedi. Kılıcını ve ihtiyaç duyduğu malzemeleri yanına alıp akrabalarından birisine:
“–Eğer bugün öldürülürsem bütün mal varlığım Muhammed’indir. O, Allah’ın gösterdiği şekilde onları kullanır!” diyerek vasiyette bulundu. Uhud’da savaşmaya gitti ve şehit oldu. Bıraktığı yedi hurma bahçesini Peygamber teslim alıp vakfetti ve:
“–Muhayrık, Yahudilerin en hayırlısıdır!” buyurdu.
Nasipsiz Kuzman
Uhud’da birbirinden ibretli sahneler yaşanıyordu:
Kuzman adlı bir Medineli, savaşta yedi kişiyi öldürmüş, kendisi de ağır bir yara alarak ölmüştü. Buna rağmen Allah Resulü:
“–Kuzman cehennemliktir!” buyurdu. Çünkü o, son nefesinde kendisine:
“−Şehitliğin mübarek olsun ey Kuzman!” diyen Katâde bin Nûmân’a:
“–Ben kabîlem için savaştım; şehîdlik için değil!” demiş ve kılıcına abanarak intiharla canına kıymıştı. (Vâkıdî, I, 263)
Hiç Namaz Kılmadan Cennetlik Olan Sahabe
İslâm’a girmesine önce itiraz eden sonra da pişman olan Usayram, tepeden tırnağa silahlanmış bir hâlde Nebî’ye geldi ve:
“–Yâ Resûlallâh! Sizinle birlikte önce savaşa mı katılayım, yoksa müslüman mı olayım?” dedi. Resul-i Ekrem:
“–Önce müslüman ol, sonra savaş!” buyurdu. Bunun üzerine Usayram müslüman oldu, sonra savaştı ve şehit oldu. Resûlullâh:
“–Az çalıştı, fakat çok kazandı!” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 13; Müslim, İmâre, 144)
Yaralıların arasında yatarken, kendisine meraklı nazarlarla bakanlara son nefesinde:
“–Ben Müslüman olmak için geldim. Allah ve Resulü uğrunda çarpıştım ve yaralandım!” diyordu. Ebû Hüreyre, bu zâtı bir bilmece gibi sahâbîlere sorar:
“–Bana söyleyin bakalım, hayatında bir kere bile namaz kılmadan cennete giren kişi kimdir?” derdi. İnsanlar cevabını bilemez, kendisinin söylemesini isterlerdi. Ebû Hüreyre de:
“–O, Usayram, yâni Amr bin Sâbit’tir!” derdi.
Hurma Dalı ile Savaşan Sahabe
Savaş esnâsında Abdullâh bin Cahş’ın kılıcı kırılmıştı. Varlık Nuru Efendimiz ona bir hurma dalı verdi. Hurma dalı Abdullah’ın elinde bir kılıç oluverdi. Abdullah şehit oluncaya kadar bu kılıcı kullandı. “Urcun” ismi verilen bu kılıç, Abdullah bin Cahş’ın vârislerindeyken, onu Türk beylerinden biri, iki yüz dinara (altına) satın aldı.
Savaş Biranda Tersine Döndü
Müslümanların görülmemiş bir şevkle düşman üzerine atılmaları, kısa zamanda zaferle neticelendi; sayı ve teçhizat bakımından üstün olan düşman kaçmaya başladı.
Ancak Müslümanlar, bir müddet düşmanı kovaladıktan sonra zaferlerinden tamamen emîn olup ganimet toplamaya başladılar. Hattâ Allâh Rasûlü’nün tembihâtını hatırlatan kumandanlarının ısrarına rağmen okçular da yerlerini terk ederek ganimet toplamaya koştular. Tepede yalnız okçuların emîri Abdullâh ile yedi arkadaşı kalmıştı.
İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Düşmanın uyanık kumandanlarından Hâlid bin Velîd, süvârî birliği ile beklediği fırsatı ele geçirmişti. Emrindeki süvârîlerle derhâl, okçuların bulunduğu tepenin arkasından dolaşarak Abdullâh’ı ve diğer okçuları kısa zamanda şehit ettiler.
Ganîmet toplayan müslümanların arka taraflarından şiddetli bir saldırı başlattılar. Bozguna uğrayıp kaçmakta olan düşman askerleri de bu durumu görünce derhâl geri dönerek, Müslümanların üzerine yeniden hücuma geçtiler. İslâm ordusu iki ateş arasında kaldı. Aralarında karışıklık çıktı.