GÜNCEL

UMRE SEFERİ

  




Hicretin 6. senesi, Zilkâde ayı (Milâdî 13 Mart 628)

 

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gece rüyasında hiçbir korku ve endişe duymadan, ashabıyla birlikte gidip Kâbe-i Muazzama'yı tavaf ettiklerini, kiminin başını kazıttığını, kiminin de saçını kısaldığını görmüştü. Doğup büyüdükleri vatanlarına bir gün tekrar kavuşacaklarını her an hayallerinde yaşıyorlardı.

 

Medine'den Hareket




Peygamber Efendimiz, yerine Medine'de Abdullah bin Ümmi Mektum'u bıraktı. Yemen işi giydiği iki elbisesi ile Pazartesi günü yola çıktı.

Kendisiyle birlikte hazırlanan Müslümanların sayısı 1.400 idi, kafilede 4 de kadın vardı. Bunlardan biri Efendimizin muhterem hanımları Ümmü Seleme (r.a.) idi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) ashabıyla Zü'l-Huleyfe mevkiine gelmişti. Bu sırada Hz. Ömer huzura çıkıp, 

"Yâ Resûlallah! Seninle harp halinde bulunan bir kavmin üzerine silahsız ve atsız mı gireceksin? Gerektiğinde, onlarla çarpışmak için yanımıza silahlarımızı almayalım mı?" diyerek endişesini dile getirdi. 

Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Ben, umreye niyetlenmiştim. Silah taşımak istemem." Dedi

 

Zü'l-Huleyfe






Zü'l-Huleyfe, Medinelilerin mîkatı, yani ihrama girme yeridir. Peygamber Efendimiz de burada öğle namazını kıldıktan sonra ihrama girdi. Yetmiş kadar olan kurbanlık develere de işaret vurdurdu. Müslümanların bir kısmı da burada ihrama girdi.

Peygamber Efendimiz, öğle namazını kıldıktan sonra, kıbleye döndü ve

 "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk! İnnel hamde ven'nimete leke ve'l-mülke lâ şerike leke." 

Diyerek telbiye getirdi. Bu ulvî sadâ, her tarafı nuranî bir havaya büründürdü. Sahabîlerin heyecanları zirvedeydi.

 

Kureyş Müşriklerinin Kararı

 

Müşrikler, Peygamber Efendimizin kalabalık bir sahabe topluluğu ile gelmekte olduğunu öğrenmiş ve kat'î karar almışlardı: 

"Muhammed ve beraberindekiler Mekke içine sokulmayacaktır." 

Bunun için, Halid bin Velid emrinde 200 kişilik bir süvari birliğini sür'âtle Kürâü'l-Gamim denilen mevkie göndermişlerdi.

Müşriklerin bu kat'î karar ve gayretlerini, tecessüs için gönderilen Büsr bin Süfyan gelip Usfan mevkiinde Resûl-i Ekrem Efendimize haber verdi. Fahr-i Kâinat Efendimiz, bu haberi alınca şöyle buyurdu:

"Yazıklar olsun! Kureyş helâk oldu. Zaten harp, onları yiyip bitirmiştir. Ne olurdu, benimle diğer Arap kabileleri arasına girmeselerdi. Beni onlarla baş başa bıraksalardı. Onlar beni mağlûp edecek olurlarsa, zaten kendilerinin de istediği budur. Eğer Allah beni onlara galip getirecek olursa ve kendileri de isterlerse toptan İslamiyet’e girerlerdi."

"Eğer, böyle yapmazlarsa çarpışmayı göze almışlardır demektir. Heyhâyt! Kureyş müşrikleri kuvvetlerinin çok olduğunu mu zannediyor? Vallahi, Allah'ın tebliği için beni göndermiş olduğu dini hâkim ve üstün kılıncaya kadar, şu başım şu gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla savaşmaktan asla çekinmeyeceğim!"

 

Peygamberimiz (s.a.v.)'in Yol Güzergâhını Değiştirmesi


Resûl-i Ekrem Efendimizin mübarek niyetleri sadece Kâbe-i Muazzamayı ziyaret etmekti. Bunun için herhangi bir çatışmanın çıkmasını istemiyordu.

"Halid bin Velid bir takım süvari ile birlikte gözcü olarak Gamim mevkiinde bulunuyor! Bu bakımdan siz, yolun sağ tarafını tutup gidiniz."buyurdu

Sahabîlerin bu kararlılığından Peygamber Efendimiz son derece memnun oldu. "Haydi öyle ise, Allah'ın ismi ile yürüyünüz." buyurdu. Sadece Kâbe'yi ziyaret etmek gibi masum ve kudsî bir maksatla yola çıkmış Müslümanlar tekbir ve telbiyelerle Mekke'ye, Kâbe-i Muazzamaya doğru adım adım yol alıyorlardı.

 

Fâhr-i Âlem Efendimiz (a.s.m.), Kasvâ adındaki devesinin üzerindeydi. Kasvâ, Mekke haremi sınırına girince çökmek istedi.  Sahabîler buna mâni olmaya çalıştılar. Kaldırmaya uğraştılar. Fakat bir türlü muvaffak olamadılar.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

"Onun böyle bir çökme âdeti yoktur. Fakat, bir zamanlar, filin Mekke'ye girmesine mâni olan, şimdi de Kasvâ'ya mâni oluyor."

"Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki Kureyş, Allah'ın Harem dahilinde yapılmasını haram kıldığı şeylere hürmeti kastederek benden ne kadar çok istekte bulunursa bulunsun, ben onu muhakkak onlara vereceğim."

Sahabîlerin bütün gayretlerine rağmen yürümek için yerinden kımıldamayan Kasvâ, Peygamber Efendimizin şevkiyle kalkıp yürüyüverdi. Fakat, Kureyşlilere doğru gitmeyip, başka tarafa saparak, Hudeybiye denilen mevkiin nihâyetindeki suyu çekilmiş bir kuyunun başına indi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Müslümanların da gelip oraya konmasını emir buyurdu.

 

On Musluklu Çeşme Gibi


Hudeybiye'de Müslümanların yerleştiği saha susuz bir yerdi. Bu yüzden o gün susuz kalmışlardı. Bir ara Peygamber Efendimizin abdest ibriğinden abdest almak istediğini görünce koşuştular.

Resûl-i Ekrem, "Ne oluyor, size?" diye sordu.

"Mahvolduk yâ Resûlallah!" dediler. "Yanımızda senin ibriğindeki sudan başka ne içecek ne de abdest alacak su var."

Resûl-i Ekrem Efendimiz, elini ibriğin üzerine koydu, "Alınız, Bismillah" buyurdu.

O anda çeşmelerden su akarcasına, mübarek parmaklarının arasından sular fışkırmaya başladı. Müslümanlar, o sudan doya doya içtiler, abdest aldılar ve su kırbalarını ağzına kadar doldurdular.

Resûl-i Kibriyâ Efendimizin bu mucizesini anlatan Câbir bin Abdullah Hazretlerine sonradan, "Kaç kişi idiniz?" diye sorulunca şu cevabı vermişti:

"Eğer, yüz bin kişi olsaydık, yine kâfi gelecekti. Fakat biz, bin beş yüz kadar idik."

 

Kureyş Elçisi Peygamberimiz (s.a.v.)'in Huzurunda


Kureyş müşrikleri bu sözlerden hoşlanmadılar, "Muhammed'e git! Fakat, kendi görüşünü gelip bize haber verme." diyerek Urve'yi azarladılar.

Buna rağmen Urve, çıkıp Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanına geldi. Müşriklerin hazırlıklarını, Hudeybiye suyu başında beklediklerini ve hiçbir kimseyi Mekke'ye sokmamaya kararlı olduklarını tekrarladı.

Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

"Ey Urve! Allah için söyle. Şu kurbanlık develerin kurban edilmelerine, şu Beytullahı ziyâret ve tavafa engel olunur mu? Biz çarpışmak için gelmedik. Niyet ettiğimiz umremizi ifa etmek ve kurbanlık develerimizi kurban etmek arzusundayız."

"Sen, benim aile halkım olan kavmime şunu haber ver: Benimle Beytullah arasından çekilsinler. Bıraksınlar umremizi yapalım, kurbanlarımızı keselim."

"Aksi takdirde, yemin ederim ki, Allahü Taâla şu İslâm dinini yeryüzünde yayacağı hakkındaki va'dini yerine getirinceye ve benim de başım gövdemden ayrılıncaya kadar, onlarla, çarpışmaktan asla vazgeçmeyeceğim."

Urve Mekke’ye dönerek;

"Ey kavmim!" dedi. "Ben birçok hükümdarın huzuruna elçi olarak çıkmış bir kimseyim. Vallahi, ben bunlardan hiçbir hükümdarın adamlarının onları, ashabının Muhammed'e hürmet ettikleri, sayıp sevdikleri gibi görmedim."

Sonra da "O, size bir sulh teklifinde bulunmuştur. Gelin bu teklifi kabul edelim" dedi. Urve'nin bu teklifi Kureyş ileri gelenleri tarafından hoş karşılanmadı. Hattâ kendisini böyle konuştuğundan dolayı azarladılar.

 

Peygamberimiz (s.a.v.)'in Elçisi


Peygamber Efendimiz, geliş maksadını Kureyşlilere bildirmek üzere Huzaâlı Hiraş bin Ümeyye'yi elçi olarak gönderdi. Böylece Hıraş, Resûl-i Ekremin Kureyş müşriklerine gönderdiği ilk elçi oluyordu.

Hıraş bin Ümeyye, gidip Hz. Resûlullahın geliş maksadını anlattıysa da müşrikler anlamak istemediler. Kendisine kaba davrandılar, devesini boğazladılar, hattâ kendisini öldürmeye bile kalkıştılar.  Hıraş bin Ümeyye canını zor kurtararak Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanına döndü ve başından geçenleri haber verdi.

 

İkinci Elçi: Hz. Osman



Resûl-i Ekrem Efendimiz ise, bir an evvel kat'i neticeyi elde etmek istiyordu. Hz. Osman'ı yanına çağırdı. Ona şu talimatı verdi:

"Kureyşlilere git! Biz buraya hiç kimse ile çarpışmak için gelmedik. Sadece şu Beytullahı ziyaret için gelmiş bulunuyoruz. Yanımızdaki kurbanlık develeri kesip döneceğiz, diye söyle. Sonra da onları İslamiyet’e dâvet et."

Hz. Osman, Kureyş müşriklerinin yanına vardı. Peygamber Efendimizin (a.s.m.), geliş maksadını tek tek anlattı. Onları İslam’a dâvet etti. Fakat bu görüşmeden de bir netice alınamadı. Müşriklerin Hz. Osman'a da cevapları menfi oldu:

"Git! Seni gönderene söyle. O hiçbir zaman Mekke'ye girip, Kâbe'yi tavaf edemeyecektir."

Hz. Osman'ı bir müddet yanlarında tutup göz hapsine aldılar. Fakat bu durum, Peygamber Efendimize Hz. Osman ve beraberindeki muhacir Müslümanların müşrikler tarafından öldürüldükleri tarzında ulaştı.

 


RIDVAN BÎATI

   



Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hz. Osman'ın müşrikler tarafından şehit edildiği haberini duyunca, son derece müteessir oldu. Kureyş'in bu hareketi karşısında üzerlerine yürümekten başka bir çare kalmıyordu.

"Madem böyle, bu kavimle çarpışmadıkça, buradan kesinlikle ayrılmayacağız." buyurdu.

Peygamber Efendimiz, "Allahü Teâla, bana biât yapılmasını emretti!" diye seslendi.

Hâtemü'l-Enbiyâ Efendimiz, daha sonra Rıdvan Ağacı olarak adlandırılacak olan Semüre ağacı altında durdu.

Müslümanlar da teker teker, çarpışmaktan yüz çevirmeyeceklerine, Allah ve Resûlü yolunda canlarını fedâ edinceye kadar savaşacaklarına dair biât ettiler.

Bîattan bir tek kişi kaçındı: Münafıklardan Cedd bin Kays.

Cenâb-ı Hak, bu biâtta bulunan Müslümanlardan razı ve memnun olduğunu Kur'ân-ı Kerim'de şöyle beyân eder:

"And olsun ki, o ağacın altında sana bîat eden mü'minlerden Allah razı oldu. Kalblerinde olanı bildiği için Allah onların üzerine sükûnet ve emniyet indirdi ve onları yakın bir fetihle mükâfatlandırdı. Elde edecekleri pek çok ganimetleri de onlara nasip etti. Çünkü Allah'ın kudreti her şeye galiptir ve hikmeti her şeyi kuşatır."

Bu sebeple bîata "Rıdvan Bîatı" adı verildi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz de bir hadislerinde, 

"Ağaç altında gerçekten bîat edenlerden hiçbiri cehenneme girmeyecektir." buyurarak, bu bîatta bulunan Müslümanların faziletini açıkça beyan etmişlerdir.

Bîat haberi Kureyş müşrikleri tarafından duyulunca üç gün yanlarında alıkoydukları Hz. Osman'ı serbest bıraktılar.  Hz. Osman derhal Hz. Resûlullahın huzuruna çıkıp geldi. Böylece şehâdeti ile ilgili haberlerin asılsız olduğu anlaşıldı.